window.dataLayer = window.dataLayer || []; function gtag(){dataLayer.push(arguments);} gtag('js', new Date()); gtag('config', 'G-PL579JGDYH'); Gönüllere

24 Aralık 2022

UMÛMÎ FELAKETLERİN SEBEBİ

 


İslâmiyet, her kelimesi selâmete götüren, dünya ve âhirette kurtuluş yolunu gösteren, ferah ve saadete sevk eden mükemmel bir dindir.

Müslümanların uğradığı umûmî felaketlerin sebebi, dinimizin emirlerinin ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetlerinin aksine hareket edilmesidir.

Binâenaleyh maddî ve manevî felaketlerden muhafaza için Müslümanlar, İslâm’ın hükümlerini tebliğ husûsunda malı ve canı ile gücü yettiği kadar gayret etmelidir.

Müslümanların günah işlemelerine mâni olmak ve bidat sahipleri tarafından ortaya atılan, dinden olmadığı hâlde dinin esasındanmış gibi gösterilen düşüncelerin, bidatlerin kötülüğünü en uygun şekilde anlatmak ve bu sayede İslâmiyet’in, en büyük saadet ve medeniyet olduğunu herkese bildirmek lâzımdır. Çünkü ümmetin salâh ve fesadı buna bağlıdır.

İlim ehli kimseler, şerîatı teblîğ etmekten kaçınır ve sükût eder, halk artık şerîatı unutur ve ondan uzaklaşırsa, “Muhakkak emr-i bil-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-münker yapar; iyiliği emreder, kötülükten nehyeder misiniz, yoksa Allâhü Zülcelâl, akılları hayrette bırakırcasına gece karanlıkları gibi birtakım fitneleri üzerinize musallat etsin mi?” manasındaki hadîs-i şerîf tahakkuk eder.

İslâmiyet, her kelimesi selâmete götüren, dünya ve âhirette kurtuluş yolunu gösteren, ferah ve saadete sevk eden mükemmel bir dindir. İnsanların hak olan bir şeye itirazları ancak o hakikati bilmediklerinden ileri gelir. Hakikati bildiği hâlde itiraz edenler, bu dünyada olmazsa da âhirette muhakkak pişman olacaklardır. Ancak o pişmanlık fayda vermeyecektir.

Kaynak: Fazilet Takvimi 

16 Aralık 2022

Mescidlerin maddi ve manevi imarı



Mescid, kelime olarak secde edilen mekân manasınadır. Ayeti kerime ve hadisi şeriflerde bu kelime kullanılır. Daha umumi olan Mabed kelimesi, kendisinde ibadet edilen yer demektir. Bizdeki Cami kelimesi ise; toplayıcı manasına, daha ziyade Cuma namazı kılınan büyük mescitler için kullanılmakta iken zamanla umuma şamil olmuştur. Hepsi de aynı yeri anlatır.

Bilindiği gibi, İnsanoğlunun yaratılış gayesi Hz.Allah’ı bilip tanıması ve Ona kulluk etmektir. Onun için yeryüzündeki ilk yapı Kabe-i Muazzama olmuştur. Onun etrafı da insanların İbadet edeceği mescidi haramdır. Ki yeryüzünün en kıymetli mescididir.

Sevgili peygamberimiz(sav) de Medine-i münevvere ye hicret edince ilk iş olarak Mescid-i Nebi inşa edilmiş, buradan bütün insanlığa İslam’ın Nuru yayılmıştır. Yine hicret esnasında konakladığı Kuba’da mescid inşa etmiştir.

Hayatın merkezinde Allaha kulluk olunca, Mescitler de aynı şekilde ehemmiyet kazanmış ve Medeniyetin merkezi olmuştur. İnsanlığa ve medeniyete yol gösterecek olan mescitlerin imarı ve buna katkıda bulunmak da aynı derecede kıymet kazanmıştır. Hadisi şerifte şöyle müjdelenir: “Kim ki (Allah için) bir mescit inşa ederse Cenab-ı Hakk da ona cennette bir mislini ihsan eder.” (Sahihi Buhari ve Müslim)

Mescidlerin imarı iki türlüdür. İkisi de elzemdir ve Cenabı Hakkın emridir.

Maddi imarı; binasının güzelce yapılması, bakım ve temizliğidir.

Manevi imarı da içinde Hz.Allah’ın zikredilmesi, namazların kılınması, ilim öğrenilmesi, kalplerin huzur bulmasıdır. Maddi imar ve temizlik de ibadet ve maneviyat için ehem dir. Nitekim Kabe-i Muazzamayı yeniden inşa eden Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail in bu hizmeti Kuran-ı Kerim’de medhedilmiş, Oranın ibadet edenler için temiz tutulması ayrıca emredilmiştir.(Hac suresi 26)

Mescid-i Nebi yapılınca Ashab-ı kiramdan Temimi Dari(ra) Şam civarından kandiller getirterek içini aydınlatınca, Fahri kainat(sav) çok memnun olmuş; “Mescidimizi aydınlatan kimsenin Hz. Allah’da kabrini aydınlatsın.”(İbni Mace) buyurmuşlardır.

Efendimiz(sav) kendi hane-i saadetlerini mescidin bitişiğe inşa etmiş, aynı zamanda mescidin sofasına talebeleri olan ashabı suffe için yer yaptırmıştı. Ashabı Suffe İlim talebeleridir. Sayıları dörtyüze kadar çıkmıştır.  İslam’ı insanlığa öğretecek kadro orada yetişiyordu.

Herhangi bir yerden İslam’ı öğrenmek için talep gelince bunlardan gönderilirdi

Mescitlerde veya oranın bitişiğinde ilim okunması, mescitlerin manevi imarı içindi. İslam tarihinde ilmi hareketler buradan başlamış, daha sonra da imkanlar geliştikçe düzenli medreseler kurulmuştur. Nitekim şanlı ecdadımız asırlar boyu; içerisinde hala huzurla ibadet ettiğimiz büyük camiler inşa edip, etrafında medreseler, şifahaneler, aş evleri gibi mekanları oturtmuş, bunların devamında işyerleri ve evler yaparak, şehirler ve medeniyetler kurmuşlardır.

Bugün yine teknolojinin ve imkanların gelişmesi ile hayır sahipleri tarafından güzel ve modern camiler kolaylıkla inşa edilmektedir. Bu işin maddi kısmıdır. Ancak hepimiz de biliyoruz ki o güzel mabedler maalesef manevi yönden aynı derecede canlı değildir. Cuma, bayram ve hususi zamanlar hariç, Camilerimiz artık, cemaatle dolup taşmıyor. Bu bakımdan Mescidlerin manevi imarı için İçini dolduracak cemaatin yetişmesi, gençlerin yetiştirilmesi gerekir.

Tevbe suresinin 18.ayeti kerimesinde şöyle buyrulur:

“Allah’ın mescidlerini ancak şunlar (maddeten ve manen) imar ederler : Allah’a ve ahiret gününe tam inanan, namazını güzelce kılan, zekatı veren ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmayanlar. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.”

***

ALLAH RIZÂSI İÇİN HAYIR YAPMANIN MÜKÂFÂTI

KUR’AN-I KERİM İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

Cumamız Mübarek Olsun.

Resimli Cuma Mesajları


 

11 Aralık 2022

Zenginliğin Sonucu

 Bir Hintli, çok zengin olmuş. Zenginliğiyle gurur duyuyormuş. Bir gün çocukluk arkadaşı, ziyaretine çıkagelmiş. Zengin Hintli hemen sormuş: “Sen de kimsin, benden ne İstemeye   geldin?”

Arkadaşı hayretle, “Bunca yıllık dostunu nasıl tanımazsın? Demek ki sen gerçekten kör olmuşsun. Bunu duydum da geçmiş olsun demeye geldim.” demiş.

DÜNYA MALINDAN DAHA KIYMETLİ HAZİNELER

10 Aralık 2022

Gece İbadeti ve Seher Vakitlerini Değerlendirmek


Gece ibadetlerinin dini ve dünyevi hayatımızda çok mühim bir yeri vardır.

Gece ibadeti deyince, Farz namazlara ve ibadetlere ilave olarak gecenin seher vaktinde uykudan kalkıp, Allah rızası için namaz kılmak dua etmek, tevbe, istiğfar,zikir ve tesbihle meşgul olmak gibi güzelliklerin hepsini içine alır.

Bunlar ebedi hayatımızı kazanmamızda çok mühim olduğu gibi dünyalık işlerimizde de gece yapılan dua ve ilticalar çok tesirlidir.

Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde seher vaktinde istiğfar edenlerden övgü ile bahsedilir. Gece ibadetlerinde akla ilk gelen ise teheccüt namazıdır.

Teheccüt namazı, gece uykudan kalkıp, Allah rızası için kılınan nafile bir namazdır. En azı iki rekattır. İkişerli olarak 12 rekata kadar kılınabilir.

Tavsiye edilen ise altı rekâttır.  Vakti, gündüzün öğle vakti hangi saatte giriyorsa gece ona tekabül eden vakittir. Onun için hasbelkader gece geç saatte uyanık kalmış olanlar hiç değilse iki rekât olsun bu namazdan kılabilirler. Bu da çok faziletlidir.

Ama esas olan, seher vakti insanlar uykuda iken Allah için kalkıp bu namazı kılabilmektir. İsra Suresinde şöyle buyrulur:

Ey Habibim, (Beş vakit namaza ilaveten) Gecenin bir kısmında da kalk;

sana mahsus bir nafile olmak üzere, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl,

Umulur ki Rabbin seni  Makam-ı Mahmud’a  ulaştıracaktır.(İsra79)                                                                                                                     

Ayeti kerimede Resululah(sas)e beş vakit namaza ilave olarak teheccüt namazı da emredilmiş; karşılığında da cennetin en büyük makamı olan Makam-ı Mahmut va’dedilmiştir. Makâm-ı Mahmud; en büyük şefaat makamıdır. Peygamber Efendimiz(sas)in Cennetteki hususi makamıdır.

Bu makam için Ona teheccüt namazı emredilince; “Makamı Mahmud'a teheccüt namazı ile çıkılacağı anlaşılmaktadır.”

Onun için Cennette O’na yakın olmak isteyenler, bu namaza hep ağırlık verirler, seher vaktindeki muazzam tecelliyattan nasiplerini almak isterler.

Gecenin en kıymetli vakti ise son üçte biridir. İmsak kesilmeden önceki zaman dilimidir. İmsak tam olarak kesildiğinde ise artık sabah namazının vakti girmiştir,sabah namazının sünneti hariç herhangi bir nafile kılmak mekruh olur.

Secde suresinin 16. ve 17. ayeti kerimelerinde mealen şöyle buyrulur;

“(Bizim âyetlerimize iman edenler öyle kimselerdir ki)

Onların vücutları (gece teheccüt namazı kılıp ibadet etmek için,) yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah yolunda) hayra sarf ederler.

Onların dünyada yaptıkları bu fedakârlıklara karşılık; kendilerini mutlu edecek, gözlerini aydın kılacak, gönüllerini ferahlatacak, Allah katında ne gibi mükâfatların, ne büyük nimetlerin saklandığını hiç kimse bilemez.”

Görülüyor ki; Gece tatlı uykumuzdan, yine uyku gibi tatlı gelen paramızdan ve dünyalıklarımızdan küçük bir fedakârlık yapmak, bizlere ne muazzam kazançlar sağlıyor. Üstelik bizim fedakârlıklarımız basit ve geçici; Rabbimizin ikramları ise çok büyük ve ebedidir.

Bilal-i Habeşi Hz. nin Rivayet ettiği Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur:

"(Ey ümmet ve ashabım)Size geceleyin kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan sâlihlerin âdetidir; Rabbinize yakınlık (vesilesi) dir; günahlardan koruyucudur; kötülüklere keffârettir ve bedenden hastalığı kovucudur." (Tirmizî)

Mevsim itibarı ile uzun geceleri yaşamaktayız. İmsak kesilip sabah namaz vakti girmesi, bu günlerde 06.30’ları buluyor.

Vakitlice kalkıp, elimizi çabuk tutup teheccüd namazı, istiğfar, dua gibi vazifelerle daha çok meşgul olup, ayeti kerimelerdeki muazzam müjdelere kavuşabiliriz. Bu fırsatları heba etmeyelim.

Seher vakti Mevla’mızın huzuruna kabul ettiği, gözyaşı döken; sayısız nimet ve ihsanlara gark olan nasipli kullardan olmak için gayret ve dua edelim.       

Yaratılışımızın gayesi Yüce Mevla’mıza kulluk etmektir. Bu şuurda olan insanlar, zamanları, mekanları, hadiseleri hep o gözle görür ve öyle değerlendirir.

İçerisinde bulunduğumuz kış mevsimi bazılarımız için belki, soğuk ve zorlukları ile akla gelebilir. Ancak bu günler aynı zamanda gündüzleri en kısa ve geceleri de en uzun olması sebebi ile ibadete elverişli günlerdir. Bu günleri ve gecelerini iyi değerlendirmek, hepimiz için, dünya ve ahiret saadetimizi kazanma adına çok mühimdir. Bir hadisi şerifte şöyle buyrulur:

Kış müminin baharıdır. Gündüzleri kısadır, onda oruç tutar, geceleri de uzundur, onda bol bol İbadet eder.”

Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde seher  vaktinde istiğfar edenlerden övgü ile bahsedilir. Al-i İmran suresinde Mevla’mız şöyle buyurur:                               

….. Takva sahipleri için Rablerinin katında, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır,  onlar orada ebedi kalıcıdırlar ve onlar için tertemiz eşler ve hem de Allah'ın rızası vardır. Allah, o kullarını görmektedir.                                                                                                                   – “Onlar derler ki, "Ey Rabbimiz! Biz inandık, iman ettik, artık günahlarımızı mağfiret et ve bizi cehennem azabından koru!"                                   

-Onlar, sabredicidirler, doğruluktan şaşmazlar, kulluk ve duaya devam ederler, Allah yolunda mallarını infak ederler ve seher vakitlerinde (namaz kılıp) istiğfar ederler.” (Al-i İmran suresi Ayet 15,16,17)

Bu ayet-i Kerimelerde ebedi kurtuluşa, Allah’ın rızasına ve Cennetine kavuşan müminlerin güzel vasıfları beyan ediliyor. Bunlar; İman etmek,  Allah’tan korkup günahlardan sakınmak, ibadette, haramlar karşısında ve sıkıntılarda sabırlı olmak, dürüstlük, Cenab-ı Hakk’ın divanına durup yalvarmak, Allah yolunda infakta bulunmak, yani cömertlik… Ve bütün bu hasletlerin yanında onları tamamlayan bir güzellik olarak da seher vakitlerinde ibadet ve istiğfar etmek.

Demek ki Seher vakitlerini değerlendirmek, müminin Allah katındaki derecesini artıran manevi güzellikler içerisinde mühim bir yer işgal etmektedir.

Bundan mahrum kalmak İmanın, İslam’ın kemalatından ve bu vakitteki pek çok ilahi ikramlardan da mahrum kalmaktır.

Zariyat suresinde ise şöyle buyrulur:

"Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce (yani dünyada iken)iyilik yapıyorlardı.

Onlar geceleyin az uyurlardı Ve seher vakitlerinde istiğfara devam ederlerdi.

Ve Mallarından isteyenlerin ve yoksulların hakkını ayırırlardı.(Zâriyât,15-19)

Dikkat edilirse her iki sure-i Celile de Cennet ehli olmak ile gece ibadet ve istiğfar etmek  ve bir de ikram ve infak; yani cömertlik hep birbirine yakın ve Cennetin en kolay yollarından biri olarak gösterilmiştir.

Cennet için bu ikisi birbirinden ayrılmamıştır.

Demek ki gece ibadeti, güzel ahlaklar içerisinde en sevimlisi olan cömertlik duygusunu da geliştirmekte ve cennet yollarını açmaktadır.

Nitekim bir hadisi şerifte şöyle buyrulur:

 “Selamı yayın, akrabayı gözetin, insanlara ikram edip yemek yedirin, gece insanlar uykuda iken kalkıp namaz kılın ki Selametle Allah'ın Cennetine girin.”

Efendimiz (sas) gece ibadetlerine o kadar ağırlık verirdi ki namaz kılmaktan adeta ayakları şişer, ümmetine dua ve ilticalarda bulunur, ”Farz namazlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.”(Müslim) buyurarak bizleri de teşvik ederlerdi.

Peygamberler başta olmak üzere bütün Allah dostları da gece ibadetlerine ağırlık vermiş, O saatte Cenab-ı Hakk’la baş başa kalmanın, gözyaşı dökmenin manevi hazzını doya doya yaşamışlardır.

 Sadece manevi hususlar değil, maddi meselelerini, dünyevi sıkıntılarını ve hacetlerini bile gece ibadeti, dua ve iltica ile Cenabı Hakka arz etmişlerdir.

Nitekim, bir İslâm büyüğü de:

“Evlatlarım hacet namazı deyip geçmeyin, biz bir çok hacetimizi hacet namazları ile hallettik.” buyurmuşlardır.

Gece ibadeti ile ilgili olarak da “İcabet (yani duaların reddedilmediği) saat üçtür: Ramazan-ı şerifte iftar vakti,her hafta Cuma gününde bir saat ve her gecenin  seher vaktinde bir an. Ramazan-ı Şerif senede bir defa gelir, onun için bir sene beklersin. Cuma günü haftada birdir. Onun için de bir hafta beklersin. Ama seher vakti her gecede vardır. Bundan mahrum kalmamalı.” buyurmuşlardır.

Bizler de Yüce Mevla’mızın, seher vakti huzuruna kabul buyurup in’am ve ihsanlarda bulunduğu, nuru ile tecelli ettiği nasipli kullarından olmak için gayret edelim, dua edelim.

En Kıymetli Dua
DUALARIN KABUL OLMASI İÇİN
Bir Dua - Allah’ım!
Dua Köşesi
İbadetin Özü Dua
BELÂLARDAN KURTULMANIN YOLU:DUÂ
Hasta Yanında Nasıl Dua Edilir?
VAKIA SURESİ DUASI, MANASI VE VAKIA SURESİNİ OKUMA USULÜ



   
             
x

07 Aralık 2022

EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH’IN (R.A.) SON NASİHATİ


Ebû Ubeyde bin Cerrâh radıyallâhü anh, Hazret-i Ömer radıyallâhü anh’in halifeliği zamanında Ürdün’de vâli iken tâun hastalığına yakalandı. Müslümanları topladı, onlara hitaben: “Sizlere birkaç nasihat edeyim ki eğer onları tutarsanız hayırdan hiç ayrılmazsınız:

Namazlarınızı kılınız, zekâtlarınızı veriniz, Ramazân-ı şerîf orucunu tutunuz, sadaka veriniz, haccediniz, umre yapınız, birbirinize nasihat ederek birbirinizi gözetiniz, emîrlerinize de itaat ediniz, onları aldatmayınız, dünya (malı) sizi meşgul etmesin. Bir kişi bin sene de yaşasa akıbeti ölmektir.

Hazret-i Allah, her insan için ölümü takdir etmiştir ve bütün insanlar ölecektir.

İnsanların en akıllısı Allâhü Teâlâ’ya en çok itaat eden, kıyamet günü(ne hazırlanmak) için en çok amel işleyendir.

Hazret-i Allâh’ın selâmı ve rahmeti sizin üzerinize olsun. Ey Muâz bin Cebel! Namazı insanlara kıldır.” buyurdu ve daha sonra vefat etti.

Muâz bin Cebel (r.a.) kalktı, “Ey insanlar! Hazret-i Allâh’a nasuh tevbe ile tevbe ediniz. Günahlarından tevbe eden hiçbir kul yoktur ki, Hazret-i Allah onu affetmesin. Kimin borcu varsa geciktirmeden ödesin. Çünkü borçlu kişi, rehin alınmış kimse gibidir. Sizden her kim, kardeşi kendisine darılmış olduğu hâlde sabahlarsa hemen kardeşinin yanına gitsin ve onunla barışsın. Müslümanın, Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın kalması büyük bir günahtır.

Ey Müslümanlar! Sizler öyle bir zâttan mahrum kaldınız ki ben, gönlü iyilikle dolu olan, karışıklıktan uzak duran,  insanlara yardım edip onlara hayırlı nasihatlerde bulunan onun gibi birini bilmiyorum. Hazret-i Allah, ona rahmet etsin.” dedi.

Kaynak : Fazilet Takvimi 

04 Aralık 2022

Adem (A.S.), Kimlerin İsmiyle Tövbe Etti?

 Zehret’ür-Riyâd’da nakledildiğine göre Hz. Câfer  Sâdık şöyle demiştir:

— Adem (A.S.) ile Havvâ Cennette oturmakta idiler. Hak Taâla Cebrail (A.S.)’ı gönderdi ve:

— Adem'in elini tut ve Cenneti tavaf et, buyurdu.

Cebrail (A.S.) Adem'le birlikte Cenneti tavaf ettiler. Güzel bir saraya geldiler. Bir kerpici altın, bir kerpici gümüştendi. Şerefesi yeşil Zebercedden idi. O sarayda yakuttan bir taht vardı. O tahtın üzerinde nurdan bir kubbe bulunuyordu. O kubbede çok hoş bir sûret vardı. Başında nurdan bir taç, kulağında inciden iki küpe ve belinde nurdan bir kemer vardı. Adem (A.S.) onu gördü. Hayret içinde kaldı. Havva’nın güzelliğini unuttu ve:

— Ey Rabbim! Bu ne suretidir! dedi.

Hak Taâla:

— Bu Fâtıma'nın suretidir. Başındaki taç Muhammed Mustafa (S.A.V) dir. Belindeki kemer Ali’dir. İki küpe de Hasan ile Hüseyin’dir, buyurdu.

Adem (A.S.) bu kubbede beş kapı gördü. Her kapıda nurdan bir söz yazılı idi:

Birinci kapıda, Bu Muhammed'dir.

İkinci kapıda, Bu Ali'dir.

Üçüncü kapıda, Bu Fâtımatüz-Zehrâ’dır.

Dördüncü kapıda, Bu Hasan'dır.

Beşinci kapıda, Bu Hüseyin’dir.

Cebrail (A.S.):

— Ey Adem! Bu isimleri sakla. Bir gün bunlara muhtaç olursun, dedi.

Adem (A.S.) dünyaya indiği zaman üç yüz yıl ağladı.

Nidâ geldi ki:

— Ey Adem! Kâbe’ye bak!

Adem (A.S.) baktı ve bu beş ismin orada yazılı olduğunu gördü.

Adem (A.S.) secde etti ve:

— Ey Rabbim! Muhammed, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'in hakkı için beni yarlığa ve benim tövbemi kabûl et, diye niyazda bulundu.

Hak Taâla:

— Ey Adem! Eğer bütün zürriyetini benden dilesen,  bu isimlerin hürmeti hakkı için, hepsini yarlığar idim, buyurdu.

Kaynak : ENVÂRU'L ÂŞIKÎN(Âşıkların Nûrları)

Yarlığamak : Bağışlamak, affetmek, mağfiret etmek.





30 Kasım 2022

Kulundan değil Rabbimizden istemek.

 namazla

Maksudun Cenab-ı Kibriya Olsun.

Harun Reşid, bir gün yanına nedimini de alarak tebdîl-i kıyafet şehrin dışına çıktı. Göçebe Arapların çadırlarını kurdukları yerleri geziyorlardı. Harun Reşid, nedimiyle beraber, bu çadırlar arasında dolaşırken, eski ve yırtık bir çadırın önünde durdu ve içeriye: «misafir kabul eder misiniz?» diye seslendi. Çadırdan çıkan ihtiyar bir kadın, kendilerini güler yüzle ve büyük bir sevinçle karşıladı, onları içeriye aldı. Onları tanımamıştı. Altlarına hurma yaprağından örülmüş bir hasır serdi, varı-yoğu bir tek keçisiydi. Onu sağdı ve misafirlerine süt ikram etti, özür dileyerek:

“–Kusurumuza bakmayın, bu keçiden başka hiçbir şeyimiz yoktur. Sütünden size ikram ettim. Lâkin oğlum, şehre gitti, neredeyse gelir. Siz, şimdi biraz oturup dinlenin, inşallah eli boş dönmez, bir şeyler getirir de, Allah ne vermişse birlikte yeriz.” dedi.

Harun Reşid, kadının bu misafirperverliği kadar açık yürekliliğine de hayran kaldı:

“–Allah râzı olsun, biz şimdi şehre gitmek zorundayız, akşam olup şehrin kapıları kapanmadan girmeliyiz.” dedi.

Fakat kadıncağız:

“–Olmaz, asla olmaz!..” diye diretti. “Ben, sizi doyurmadan katiyen bırakmam.” dedi ve koşup çadırın dışına çıktı, itiraza mahal bırakmadan dünyada yegâne malı olan o keçiyi kesiverdi. Sonra da pişirdi ve misafirlerinin önüne koydu. Bir yandan sofra hazırlarken, bir yandan da:

“Allâh’a ve âhiret gününe îman eden misafirine ikram etsin.” (Buhari, Müslim) meâlindeki hadîs-i şerîfi tekrarlıyordu.

Harun Reşid -o zamana kadar- kendini cömert bilir, cömertliğiyle gururlanırdı. Fakat bu yaşlı kadının emsalsiz cömertliği karşısında hayranlık içerisindeydi. Öyle ya, onun cömertliği bu kadının cömertliği yanında bir hiçti. Kendisi; şanlı, şöhretli bir padişah idi. Yüz bin altın dağıtsa, geride daha milyonlarca altını vardı. Oysa, şu fakir kadıncağızın varı-yoğu bir keçisi olduğu hâlde, o yegâne geçim vasıtasını, çadırına ilk kez gelmiş, tanımadığı misafirler uğruna feda etmekte tereddüt bile göstermemişti. Halîfe, veda ve teşekkür ederek ayrılırken yaşlı kadına bir kâğıt uzattı ve:

“–İzzet-ikramından çok memnun oldum. Sen veya oğlun şehre geldiğiniz zaman sizler de bana misafir olun, mutlaka beklerim…” dedi.

Yaşlı kadın, onları uğurladıktan sonra işlerine daldı ve misafirlerinin bıraktığı kâğıdı unuttu. Aradan bir süre geçtikten sonra bir gün çadırı temizlerken o kâğıt nasılsa eline geçti ve oğluna:

“–Evlâdım, sana sözünü ettiğim o iki misafir vardı ya, işte bu kâğıdı bırakmışlardı. Şehre gittiğin zaman, sen de onlara bir uğra, davete icabet etmek lâzım.” diyerek Harun Reşid’in bıraktığı kâğıdı verdi.

Delikanlı kâğıdı aldı ve Bağdat’a vardığında muhafızlardan birisine bunu gösterdi. Kale muhafızları halîfenin mührünü taşıyan kâğıdı hemen tanıdılar, derhâl o genci aldılar ve saraya götürdüler. Genç adam, çadırlarına gelen misafirin halîfe olduğunu o zaman anladı.

Delikanlıyı huzura aldıklarında, Harun Reşid namaz kılıyordu. Genç adam, sessizce bir kenara ilişti ve halîfenin namazını tamamlamasını bekledi. Namazını bitiren Harun Reşid, Allah Teâlâ’ya dua etmeye başladı. Genç adam, bu tablo karşısında tefekküre daldı:

“Anlaşılan halîfe, annemin kendilerine yaptığı ikrama mukabele etmek için davet etmiş. Ama görüyorum ki, kendisi koskoca bir hükümdar olmasına rağmen, o da Allâh’a muhtaçtır ve şu anda ellerini açmış, ona yalvarmaktadır. Namazdan kalkınca bana bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soracak, ben de fakr u zarûretimizi arz edip bir şeyler isteyeceğim. Hâlbuki kendisi de Cenâb-ı Hakk’a muhtaç olan birinden istemektense, doğrudan doğruya herkesin muhtaç olduğu Âlemlerin Rabbi’nden istemem, hakkımda yüz bin defa daha hayırlıdır.” dedi; halîfeye ve muhafızlarına görünmeden saraydan uzaklaşarak şehri terk etti ve çadırına döndü.

Annesine, kendilerine misafir gelenlerin kimler olduğunu ve başından geçenleri anlattı. Oğlunu büyük bir dikkat ve alâka ile dinleyen kadıncağız, ciğerparesini bağrına basarak yerinde ve isabetli bir karar vermiş olduğunu, bu hareketini çok beğendiğini söyledi ve tebrik etti.

Genç adamın, kalben Allah Azîmüşşân’a olan bu tevekkül ve rızası, Rabbi hakkındaki hüsn-i zannı, Hak’tan gayrı kimseye el açmama azmi, rahmet-i ilâhiyenin coşmasına sebep oldu. O gece rüyasında:

“Ey kulum, mademki, benden istemeyi, kulumdan istememeye tercih ettin, işte sana ihsan ediyorum. Falanca yeri kaz, orada bir define bulacaksın. O define, bize ait bir definedir. Benden isteyen kulumu, asla mahrum ve mahzun etmem. Sana öyle bir zenginlik ihsan ediyorum ki, servet-i sâman bakımından halîfe Harun Reşid’den daha zengin olacaksın.” denildi.

Delikanlı uyanınca annesine rüyasını anlattı, tarif olunan yeri kazdılar ve gerçekten harcamakla tükenmeyecek kadar zengin bir define buldular.  zümrütler, pırlantalar, yakutlar ve daha sayılamayacak kadar çok kıymetli eşya, altın ve gümüşle dolu olan bu define, onların sıdk u ihlâslarının mükâfatı oldu.

Onlar, refah ve saadet içinde yaşarlarken, Harun Reşid’in de aklından o yaşlı hatunun cömertliği çıkmıyordu. Acaba keçilerini kesip kendisine ikram ettikten sonra büsbütün yoksul mu düşmüşlerdi? Kadın veya oğlu, davetine rağmen neden gelip kendisini aramamışlardı? Yoksa o iki zavallı açlıktan helâk olup gitmiş miydi?

Nihayet, kendisi gidip onları arayıp, sormayı tasarladı ve yine yanına nedimini alarak çadırların bulunduğu yere gitti. Fakat o çadırı bulamıyordu. Sordu, soruşturdu. Komşuları kendisine:

“–Onlar şimdi çok zengin oldular. Kabilenin bütün serveti bir araya gelse, onların servetine erişemez. Hattâ, halîfeden daha zengin olduklarını söyleyenler var. Sürülerle koyun ve keçileri, develeri, cins ve nâdide atları, bağ ve bahçeleri, uçsuz bucaksız tarlaları, çok sayıda hizmetkârları var.” dediler.

Harun Reşid, kadınla oğlunu buldu ve onlara tekrar misafir oldu. Olup bitenleri kendilerinden sorarak meselenin aslını kendilerinden dinledi ve şehre dönüşünde tellâllar çıkararak halka şöyle ilân etti:

“Harun’dan isteyene, Harun ancak kendisine bahşedilen cömertlik kadar verebilir. Harun’un Rabbinden isteyene ise, Allah Teâlâ fazl u ihsânından dilediği kadar verir. O’nun cûd u kereminin sonu yoktur.”

Âtıfet bekleme kimseden sakın
Misâlin Hâtemü’l-Enbiyâ olsun
Riya ve süm’adan şiddetle kaçın
Maksûdun Cenâb-ı Kibriyâ olsun

29 Kasım 2022

"...Baban o elmayı ısırmasaydı..."

elmaHanefî Mezhebinin imamı olan İmâm-ı Âzam namıyla mâruf Numan b. Sabit’in babası Sabit hazretleri, henüz gençlik yıllarında daha evlenmemiş iken, günün birinde bir dere kenarında abdest alıyordu. O sırada derenin sularına kapılıp gelen irice, kıpkırmızı bir elma gördü. Elmayı canı çekti ve gayri ihtiyari olarak uzanıp elmayı aldı ve ısırdı. Isırdığı anda kafası dank etti. Çünkü helâl yiyecek konusunda son derece hassas olan, yediğine ve içtiğine azami derecede dikkat eden Sabit hazretleri; nereden geldiğini, kime ait olduğunu bilmeden, sahibinden izinsiz olarak bu elmayı ısırmıştı. Fevri hareket ettiği için hata ettiğini anladı, elmanın sahibini bulup helâlleşmesi gerektiğini düşündü. Zira o ısırıkla beraber az da olsa elmanın suyunu yutmuştu.
Hemen elmanın sahibini bulmak için harekete geçti.

 “Bu elmayı dere getirdiğine göre, belli ki derenin kenarındaki bir bahçede bulunan elma ağacından düşmüştür” diye düşündü. Ve suyun geldiği yöne doğru yürüdü. Elma elinde olduğu halde araya araya, elmanın düştüğü meyve bahçesini buldu. Baktı ki orada nur yüzlü bir ihtiyar çalışıp durmakta, yanına gidip selâm verdi ve bahçenin sahibini sordu. Tarla sahibinin, o nur yüzlü zâtın kendisi olduğunu öğrenince, meseleyi başından itibaren anlattı ve hakkını helâl etmesini istedi.
Sabit hazretlerinin helâl yiyecek ve kul hakkı konusundaki bu hassasiyeti, bahçe sahibinin dikkatini çekti. Bu delikanlının haram-helâl noktasındaki bu titizliği çok hoşuna gitti. Onun, yanında kalmasını arzu ettiğinden, hakkını helâl edemeyeceğini, helâl etmesi için bazı şartları olduğunu ileri sürdü. Şayet o şartları yerine getirirse o zaman helâl edeceğini söyledi. Sabit hazretleri ise, hakkını helâl ettirebilmek için ne yapması gerekiyorsa yapacağını bildirdi.
Bahçe sahibi bu duruma çok memnun olmuştu. Şartlarından biri şuydu; burada bir müddet yanında kalacak, bu süre zarfında da, bağ-bahçe işlerinde kendisine yardımcı olacaktı. Aksi takdirde kesinlikle hakkını helâl etmeyeceğini söyledi. Sabit hazretleri ihtiyarın bu teklifine çok şaşırmıştı, elmanın tamamının bedeli neydi ki, bir ısırık için uzun bir müddet çalışmasını şart koşuyordu. Ama ihtiyar Nuh diyor peygamber demiyor, “yanımda kalıp bana yardım etmezsen kesinlikle hakkımı helâl etmem.” diye diretiyordu. Böyle aksi bir ihtiyarla âhirette hesaplaşmaktansa, bu dünyadayken hesabı kesmek gerekiyordu. Ayrıca bu işe kendisi gönüllü olmuş, şartları kabul edeceğine dair söz vermişti. Ve neticede Sabit hazretleri sözünde durmuş ve ihtiyarın dediği müddet onun yanında kalıp, işlerinde ona yardımcı olmuş ve canla başla çalışmıştı. Zamanla anladı ki, aslında bu yaşlı zat hiç de öyle aksi ve inatçı biri değildi. Gayet tecrübeli, görmüş geçirmiş, son derece olgun ve yumuşak huylu sâlih bir zât idi. Kendisine son derece iyi davranmış, evindeymiş gibi rahat ettirmişti. Demek ki, yardım edecek birine çok ihtiyacı olduğundan, Sabit hazretlerinin yanında kalması için ısrarcı olmuştu.
Böylece günler geçti ve yanlışlıkla ısırdığı bir elmanın hakkını helâl ettirebilmek için hizmet etmesi gereken süre dolu. Yaşlı adamın huzuruna gelerek, artık süresi dolduğunu helâlleşip ayrılmak istediğini bildirince yaşlı adam:
- Bir şartım daha var, onu da yerine getirdiğin takdirde hakkımı helâl edeceğim. Ondan sonra artık serbestsin, istersen ayrılıp başka yere yerleşirsin, istersen yanımda kalabilirsin, dedi. Sabit hazretleri:
- Peki bu şart nedir? diye sordu. Yaşlı adam:
- Benim bir kızım var. Şayet onunla evlenirsen o zaman hakkım sana helâl olsun. Fakat kızımın bazı kusurları var, bunu da bilmeni isterim. Kızımın eli çolaktır, gözleri kördür, ayakları topaldır, dilsizdir, kulağı da sağırdır. Yaşlı adam kızı hakkında öyle bir tarif yapmıştı ki, bu bir insan mı yoksa kütük müydü? Ne görür, ne konuşur, ne de duyar; kolu-bacağı olmayan çolak-topal bir hilkat garibesi…
Sabit hazretleri şimdi ne yapacaktı? Tam helâlleşmeyi beklerken teklif edilen bu şart da neyin nesiydi. Kendisi gibi her yönden dört dörtlük bir delikanlıya, böyle birini nasıl teklif edebiliyordu. Bu şartları baştan söylese belki kabul etmeyebilirdi. Ama bu kadar zaman burada çalıştıktan sonra, şimdi bu teklifi kabul etmese, tüm çalıştığı boşa gidecekti. Kabul etse, böyle bir insanla hayat sürmek nasıl mümkün olacaktı? Düşündü, taşındı... Mesuliyet duygusu, Allah’a hesap verme korkusu ağır bastı. Üç günlük dünya hayatı keyifle, zevkle geçse ne olur, geçmese ne olurdu; önemli olan âhiret hayatıydı. Bu dünyada böyle bir kadınla yaşamak, âhirette azap çekmekten daha zor değildi ya... Ve evlenmeyi kabul etti. Düğün yapıldı, nikâh kıyıldı ve zifaf gecesi Sabit hazretleri’ne gelinin bulunduğu odayı gösterdiler. Sabit hazretleri zifaf odasına girmesiyle çıkması bir oldu. Çünkü içeride kendisine anlatılan vasıfta birini görememişti. Büyük bir yanlışlık olmalıydı. Çünkü kayınpederinin “gözü kör, ayağı topal, kolu çolak” diye anlattığının aksine, zifaf odasında; tüm uzuvları yerli yerinde, boyu, pos ve endamıyla güzeller güzeli, ay parçası bir hatun vardı.
Sabit hazretleri neler olup bittiğini anlamak için kayınpederi olacak o bilge ihtiyarın yanına gitti. Ve şaşırmış bir halde olanları kendisine anlattı. Kayınpederi tebessüm ederek durumu şöyle anlattı:
- Evladım! Sana kızım kördür dedim, bu doğrudur. Ama gözü zahiren kör değil, o harama karşı kördür. Bir kere olsun harama göz atmamış ve bakmamıştır! Sağırdır dedim. Aslında kulağı çok iyi duyar, ama o harama karşı sağırdır. Haram olan şeylere kulak verip dinlemez. Dilsizdir dedim. Harama karşı dilsizdir, haram olanı konuşmaktan kaçınır! Ayağı topal, kolu çolak dedim. Evet, öyledir benim kızım. Ayağı harama gitmez, eli harama uzanmaz! Yoksa eli de, kolu da, tüm uzuvları da sağlam ve mütenasiptir. Evladım uzun lafın kısası, zannettiğin gibi hiçbir yanlışlık yok. İçeride zifaf odasında bekleyen benim öz kızım, senin ise helâlin ve zevcendir.
Allâh-ü Teâlâ ikinizi de mesut ve bahtiyar etsin, sulbünüzden hayırlı nesiller halk etsin!
Durum şimdi çok iyi anlaşılmıştı. Meğerse adam, Sabit hazretlerini ilk gördüğü anda çok beğenmiş, ayrıca ondaki uhrevî hassasiyeti ve Allah korkusunu da görünce, kızını ona nikâhlamayı kafasına koymuş. Fakat bu arada kızının biraz daha büyümesini beklemiş ki, tam evlenecek yaşa gelsin...

İşte bu izdivaçtan nur topu gibi bir evlat dünyaya geliyor. Adını Numan koyuyorlar. Yani, Numan b. Sabit. Ve gün geliyor o yavru büyüyüp İmâm-ı Âzâm oluyor. İşte İmâm-ı Âzâm (Rahmetullâhi Aleyh), böyle bir anne ve babadan doğuyor. İmâm-ı Âzâm daha çocuk yaşlarda okuması için hocaya teslim edildi. Müthiş zekâsı ve hafızası ile arkadaşlarını fersah fersah geride bıraktı. Hâfızlığını da üç günde bitirdi. Rivâyet edilir ki: İmâm-ı Âzâm’ın üç günde hâfızlığını bitirmesiyle alakalı olarak, muhtereme annesi oğluna şöyle dermiş:
- Ah oğlum! Şayet baban o elmayı ısırmasaydı, sen bir günde bile hâfız olurdun!

Bu kıssa; çocuklarının büyük adam olmasını isteyen anne ve babalar için, çocuk eğitiminin nerelerden başladığını bilmeleri açısından çok önemli bir ibret vesikasıdır. Bu durumda anne ve babaların, özel yaşantı ve tutumlarının çocuklarına ne derece sirayet ettiğini anlayıp, bu konuda daha dikkatli ve titiz davranmaları gerekmektedir.

26 Kasım 2022

Nimete Şükür, Belalara Sabır etmek

 


Bir kimseye Allâhü Teâlâ'dan bir nimet ulaşınca şükretmeli, kendisini ona ehil görmemeli, bu nimetin sırf Allâh'ın ihsânı olduğunu bilmelidir.

Başına bir musîbet geldiğinde de ona sabretmeli, Allâhü Teâlâ'nın kazâ ve takdirine râzı ve teslîm olmalıdır. Zira mü'min, başına gelen musibet ve belâlar sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın mağfiretine nâil olur.

Yahûdîlerden bir adam Müslüman olduktan sonra gözlerini kaybetti, malı telef oldu, evladı öldü. Hemen Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize gelip: 

“Müslüman olmak üzere sana ettiğim bey‘atimi bozmak istiyorum” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.):

“İslâm bey‘ati bozulmaz” buyurdu. Adam: 

“Ben bu dinimden hayır görmedim; gözlerim kör oldu, malım telef oldu, evladım da öldü” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): 

“Ey Yahûdi! Ateşin, demir, gümüş ve altından pası kiri temizlediği gibi İslâm da insanları temizler” buyurdu. Bunun üzerine: 

“İnsanlardan öylesi de vardır ki Allâh'a inhirâf (tereddüd) üzere ibâdet eder. Eğer ona bir hayır isâbet eder (gelir)se yüreği rahat eder ve eğer bir mihnet isâbet eder (belâ gelir)se yüzü üzerine dönüverir. O, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. İşte apaçık ziyan budur” (meâlindeki Hac sûresinin 11. âyeti) nâzil oldu. (Dürrü'l-Mensur)

İbn-i Abbâs (r.anhümâ) Hazretleri anlattı: 

“Peygamberlerden bir zât şöyle duâ etti: “Yâ Rabbi, mü'min bir kulun sana itâat eder, yasakladıklarını terkeder. Sonra sen ondan dünyayı uzaklaştırır, onu belâlara uğratırsın. Kâfir ve âsîlere ise küfür ve isyanlarına rağmen onlardan belâları uzaklaştırır dünyâyı onlara verirsin.” Allâhü Teâlâ buyurdu ki:

“Kullar benim kullarımdır, belâ da ancak benim takdirimle iner. Mü'min kulun bir günahı olur, dünyayı ondan uzaklaştırıp belâlara mârûz kılarım, o günahına keffâret olur. Bana günahsız olarak kavuştuğunda da, hayırlı amellerinin mükâfâtını veririm.

Kâfirin iyi işleri olur, ona bol rızık vererek ve belâları ondan uzaklaştırarak dünyada iken mükâfâtını veririm. Huzuruma hiçbir hayırlı ameli kalmadığı halde gelir, günahlarıyla da cezalandırırım.” (Mişkâtü'l-Envâr)

19 Kasım 2022

Hz. Havva Validemiz Niçin Yaratıldı?

 

Müfessirler şöyle naklederler:

— Hz. Adem Cennette olduğu zaman yalnız dolaşırdı. Gönlü sâkin değildi. Hak Teâla Adem'e uyku verdi. Adem (A.S.)'da uyudu. Hak Teâla Adem'in sol eğe kemiğinden Hz. Havvâ’yı yarattı. Ona Cennet elbiselerini giydirdi. Hz. Havvâ, Ademin başı ucuna oturdu. Adem (A.S.) uykudan uyandığı zaman başında bir kadının oturduğunu gördü. Melekler imtihan için:

Bu kimdir? diye sordular.

Adem (A.S.):

Kadındır, dedi.

Melekler:

İsmi nedir? dediler.

Adem (A.S.):

Havvâ’dır, dedi.

Melekler:

Niçin Havva'dır? dediler.

Adem:

Diri yaratıldığı için, dedi.

Melekler:

Niçin yaratıldı? diye sordular.

Adem:

Ben onda ve o bende sakin olmak (huzur bulmak) için yaratıldı, dedi.

Nitekim Hak Teâla buyurdu:

«Sizi bir candan (Ademden) yaratan, bundan da, gönlü kendisine yatıp ısınsın diye, eşini yapan O’dur (Allah’tır). (A'râf Sûresi, âyet: 189.)

Bedâyi-i Ahbâr'dan yapılan nakle göre, Adem (A.S.)

Cennete girince, Allah Teâla Hz. Havvâyı yarattı ve:

Benim Cennetimde oturun, yemişlerinden yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Benim selâmetim ve rahmetim sizin üzerinize olsun! dedi. Ve kendisini Hamd ve Senâ ile anıp:

Hamd benim övüncümdür, Azamet benim örtüm, Ululuk elbisem ve bütün mahlûkât benim kulumdur, buyurdu.

Melekler, Adem (A.S.)’a verilen bu şerefi görünce. Cennet halkı ile birlikte, onların üstlerine inciden saçu saçtılar. Adem (A.S.)’a ve Hz. Havva'ya selâm verdiler.

Hak Teâla hazretleri şöyle buyurdu:

Ey Adem! Benim nimetlerime şükret. Seni son derece güzel yarattım. Seni ayağın üzerinde yürüttüm. Sana ruhumu üfledim. Melekleri sana secde ettirdim. İb[1]lis sana secde etmediği için ona lânet ettim. Sana olan iyilikleri tamamladım. Ceneti iki bin yıl evvel, Havvâ ile senin için, yarattım. Eğer bana itaat ederseniz benim Cennetimde kalırsınız. Eğer bana verdiğiniz sözü terk ederseniz Cennetten çıkarır, ateşle azâb ederim.

Adem (A.S.) bunun üzerine:

Ey Rabbim! Ahdini ve emânetini kabul ettim, dedi.

Hak Teâla:

Eğer bu ağaca yaklaşırsanız, zâlim olursunuz, buyurdu.

Eb’ul-Leys İbni Abbâs (R.A.)’dan şu rivâyeti nakleder:

— O zaman İblîs, Adem (A.S.)’ın, Allahtan bu şekil[1]de yücelik bulduğunu görünce hased elti. Cennetten çıkarmak istedi. Yılan suretine girip Cennetin kapısına geldi ve ağladı. Adem (A.S.) ve Havvâ Şeytanı tanımadılar ve:

Neden ağlıyorsun? dediler.

Şeytan:

Sizin için ağlıyorum, birbirinize hasret kalacaksınız. Fakat, size tavsiye ederim ki, bu ağaçtan yerseniz Cennette ebedî kalırsınız, dedi:

Havvâ bu söze mağrur oldu. Oradan gitti, Adem (A.S.)’ın yanına geldi ve:

Bu ağaçtan yiyelim ve Cennette ebedî kalalım, dedi.

Adem (A.S.):

Hak Teâla bizi bu ağaçtan men etti, dedi.

Havvâ bin türlü nâz ve lütuf ile:

Beni seversen bu ağaçtan yiyelim ve Cennete ebedî kalalım, dedi.

Adem (A.S.):

Ey Havvâ! Böyle yapma! Ben Allah’ın hışmından korkarım, dedi.

Hz. Havva:

Allah’ın rahmeti çoktur deyip o ağaçtan bir yemiş aldı, yedi ve:

Ey Adem! Ben yedim, bir şey olmadı, dedi. Zira,o meyveyi yemekle Havva’ya bir hâl olmadı. Çünki Havvâ başkasına uyan, Ademin himâyesinde bulunan kimse, Adem ise kendine uyulan, Havvâ’nın kendisine uyduğu kimse idi. Madem ki uyulan Adem’de bir hal yoktur, uyan Havvâ da da bir hal olmaz. Bunun aksi de böyledir. Ondan sonra Havvâ bir yemiş alıp Adem’e verdi.

Ne zaman ki Adem (A.S.) o meyveden yedi, giydiği güzel elbiseler arkasından düştü, çıplak kaldı. Adem (A.S.) utancından kaçıp gizlendi.

Allah Teâla:

Ey Adem! Benden mi kaçıyorsun? buyurdu.

Bir incir ağacından yaprak alıp kendini örttü.

Saîyd bin Müseyyeb dedi ki:

Adem (A.S.) o ağaçtan yemeyeceğim diye Cenab-ı Hak’la ahd etmişti. Halbuki aklı vardı. Peki, niçin yedi? Cevâbı şudur:

— Havvâ çeşitli yollarla sarhoş etmişti. Bundan dolayı ahdi unutup o meyveden yedi.

Bagavî tefsirinde, nakledildiğine göre Muhammed bin Kays şöyle demiştir:

Hak Teâla Adem (A.S.)’a: Benim yasak ettiğimi niçin yedin? diye buyurdu.

Adem (A.S.):

Havvâ yedirdi, dedi.

Hak Teâla Havvâ’ya:

Niçin yedirdin? buyurdu.

Havvâ:

Bana yılan. «Ye!» dedi, yedim diye cevap verdi.

Hak Teâla yılana:

Niçin yedirdin? buyurdu.

Yılan:

Bana İblis öğretti, dedi.

Hak Teâla Havva’ya:

Ayda bir kerre kan gör! buyurdu.

Yılanın ayakları vardı ve kendi de deve gibi idi.

Hak Teâla yılana.

Ayaklarını kestim, bundan sonra sen yüzün üzerine yürü! buyurdu.

Ondan sonra da İblîs’e:

Bunları sen azıttığın için melun ol, sana lânet olsun! buyurdu.

Hak Teâla bundan sonra yine Adem’e:

Ey Adem! Ben seni şükredesin diye yarattım. Sen ise nimetlerimi inkâr eden bir kul olmak istersin, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Allahım! Beni toprak et, tek azâb etme! diye yalvardı.

Hak Teâla da:

— Ben seni niçin toprak edeyim? Cennet ve Cehennemi senin çocuklarınla, senden türeyecek insanlarla dolduracağım, buyurdu.

Adem bu sözü işitince, sevinip sustu.

Ondan sonra Hak Teâla, Adem (A.S.)’ı Serendip dağına indirdi ve şunları ona verdi:

1) Allah onu yeryüzüne indirdi.

2) Onu sıkıntıya düşürdü.

3) Rengini değiştirdi.

4 ) Komşuluktan uzaklaştırdı.

5) Hz. Havva’yı ondan ayırdı.

6) Adem (A.S.) ile İblîs arasında tekrar düşmanlık meydana geldi.

7) Allah’ın nehyini çiğnedi.

8) İblîs’i Adem (A.S.)'ın oğullarına havale etti, gönderdi.

9) Dünyayı Adem oğullarına zindân kıldı.

10) Adem (A.S.)ı Cennet havasından mahrûm bıraktı.

Ondan sonra Hak Teâla Havva’ya:

Ey Havvâ! Nasılsın? diye buyurdu.

Havva da:

Ey Rabbim! Benim zînetlerim ve elbiselerim gitti, dedi.

Hak Teâla:

Bu elbiseleri senden kim giderdi? buyurdu.

Hz. Havvâ:

Ettiğim hata giderdi. Beni düşmanım İblis kandırıp aldattı. Sana and içti, ben de aldandım, dedi.

Hak Teâla hazretleri:

Ey Havvâ, seni şu on beş şeye müptelâ ettim, buyurdu:

1) Hayız görmek.

2) Karnında çocuk taşımak.

3) Çocuk doğurmak,

4) Din noksanlığı,

5) Akıl noksanlığı,

6) İddet (belirli bekleme zamanı) bitmeyince evlenmemek.

7) Mirâs noksanlığı.

8) Erkeğin emrinde ve hükmü altında olmak.

9) Talak (boşanma) senin elinde olmamak.

10) Harbe gitmemek.

11) Kadından Peygamber olmamak.

12) Halîfe ve Sultan (Devlet Reisi) olmamak.

13) Erkeklerinden izinsiz üç günlük yere gitmemek.

14) Bütün Cemaat kadın olsa Cuma namazı kılmamak.

15) Genç kadınlara erkekler selâm vermemek.

Şimdi ey Havvâ! Cennetten çık! Sana: aklı, dinî,mirası ve tanıklığı eksik kıldım.

Havvâ:

Ey Rabbim! Cennetten nasıl çıkayım? Bütün yücelikleri benden giderdin! dedi.

Hak Teâla.

Cennetten çık! Senin neslinden nice Peygamberler, Velîler ve Şehitler gelecek ki, Cenneti onlarla dolduracağım, buyurdu.

Ne zaman ki Adem (A S.) Cennetten çıktı, Cebrâil (A.S.)Adem'i Serendib'e; Havvâ’yı da Cidde’ye indirdi.

Melekler Adem (A.S.)’ı gördüler. Çıplak dolaşırdı.

Onu esirgediler ve:

Ey Rabbim! Ademi utandırma! dediler. Adem (A.S.) Cennetten çıktıktan sonra ellerini başının üzerine koyup gözlerinden akan yaş yanaklarından akardı. Bazı melekler Adem (A.S.)’ı kınadılar. Hak Teâlanın (A.S.)’a verdiği nimetlerden ve ahdinden bahsettiler.

Adem (A.S.):

Allah’ın takdiri böyle idi ki beni yere indirdi, dedi,

Hak Teâla Adem (A.S.) a:

— Ben şöyle takdir ettim ki, tövbe olmayınca asîleri kabul etmem. Seni topraktan yarattım. Hiç bir melek, şekil ve mükemmellikte sana benzemez. Ruhumdan sana ruh üfledim. Melekleri sana secde ettirdim. Havvâyı sana verdim. Sana bütün isimleri öğrettim. Meleklerime seni hatip kıldım, Nihâyet sen benim ahdimi unuttun ve Şeytana uydun, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Bu nimetlerin hepsini sen verdin. Ben senin şükründen ve verdiklerini dile getirmekten acizim. Ey Rabbim! Beni Muhammed muhabbeti için esirge. Zira bütün mevcudatı onun için yarattın, dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Muhammed kimdir? Sen ne bilirsin? buyurdu.

Adem (A.S ):

Cennetin her yerinde: (Lâilâhe illellâh Muhammedün Rasûlûllâh) kelimesinin yazılmış olduğunu gördüm. Onun ismini Arşda ve Levh-i Mahfuzda yazılı gördüm. Bunlardan anladım ki, sana ondan daha sevgili kul yoktur, dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Eğer (Besmele) ile başlarsan, mescidleri sana mesken kıldım. Yiyeceklerimi sana helâl kıldım. Yeryüzünde senin için sular akıttım. Ye, iç! Benim zikrimle meşgul ol! buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla:

- Bir hayırına on veririm. Bir şerrine de bir yazarım buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla.

Tövbeni kabul ettim, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla:

Seni ve çocuklarını yarlığarım, buyurdu.

Adem (A.S.):

Ey Rabbim! İşim tamam oldu dedi.

Ondan sonra İblis (Lanet olsun):

Ey Rabbim! Böyle olmak senin ilminde vardı. Şimdi bana da kıyamete kadar fırsat ver, dedi.

Hak Teâla:

Emân (fırsat) verdim. Ne gerekse işle! buyurdu.

İblis:

Ey Rabbim! Beni yeryüzüne indiriyorsun. Hani bana mesken? dedi.

Hak Teâla:

Mezbelelikleri sana mesken kıldım, buyurdu.

İblis:

- Ey Rabbim! Onlara Peygamberler ve kitaplar verdin. Bana da kitap gerek, dedi.

Hak Teâla:

Boş ve lüzumsuz şiir ve hicivleri sana Kitap olarak verdim, buyurdu.

İblis:

Hani benim Peygamberlerim? dedi.

Hak Teâla:

Cadılar ve kâhinler senin peygamberlerindir, buyurdu.

İblis:

Hani benim evim? dedi.

Hak Teâla:

Hamam senin evindir, buyurdu.

İblîs:

Hani benim müezzinlerim? dedi.

Hak Teâla.

Saksağanlar sana müezzin olsunlar, buyurdu.

İblîs:

Hani benim yiyeceğim? dedi.

Hak Teâla:

Benim adımla başlanmayan taam senin yiyeceğin olsun, buyurdu.

İblis:

Hani benim şarabım? dedi.

Allahü Teâla:

Sarhoş eden her şey senin şarabın olsun, buyurdu.

İblis:

Hani benim meclisim? dedi.

Hak Teâla:

Sokaklar, çarşılar ve pazarlar senin meclisin olsun, buyurdu.

İblis:

Ey Rabbim! Hani benim işaretim? dedi.

Hak Teâla:

Benim lanetim ve gazabım senin üzerine olsun, buyurdu. Ve onu on şeye müptelâ kıldı:

1) Huzurundan kovdu.

2) Cennetten çıkardı.

3) Sûretini değiştirdi.

4) İsmini değiştirdi.

5) Câhillere imam kıldı.

6) Ona lânet etti.

7) Ma’rifetinden mahrum etti.

8) Tövbesini aslâ kabul etmedi.

9) Rahmetinden mahrum kıldı.

10) Cehennem halkının hâtibi yaptı.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! İblîs’e kıyamete kadar fırsat verdin. Sana evlâtlarımı azdırmak için and verdi. Ben onun hilesinden emin olamam, dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Ben sana üç şey verdim ki, bütün âlem seni azdıramaz, buyurdu.

1) Benim için banâ ibâdet et ve bana şirk koşma.

2) İşlediğin her hayır için yerine on veririm. Eğer günah işlersen bir yerine bir yazarım. Eğer istiğfar edersen kabûl edip yarlığarım. Nitekim Hak Teâla buyurur:

«İşte ben muhakkak yakınımdır. Bana duâ edince ben o duâ edenin dâvetine icâbet ederim...» (Bakara Suresi,  âyet:186.)

İblis Adem (A.S.)’ı gene kıskandı ve:

Ey Rabbim! Öyle olunca ben onun çocuklarını nasıl aldatayım? dedi.

Hak Teâla:

Damarlarında ve göğüslerinde yer bul ve dilediğin şekilde onları aldat, buyurdu.

İblîs:

Ey Rabbim! Beni yere mi indiriyorsun? dedi.

Hak Teâla.

Benden ümidini kesenleri Cehenneme indiririm, dedi ve:

«Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa Cehennemi bütün sizden dolduracağım» buyurdu. (A'râf Sûresi, âyet: 18.)

Hz. Adem (A.S.):

Ey Rabbim! Yılan benim düşmanıma yardım etti, ben onunla dünyâda ne ederim? dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Onun yerini yerin altı ve yiyeceğini toprak kıldım. Dışarda gördüğün zaman başını parçala! buyurdu.

Hak Teâla Tavûs'a da:

Seni sularda eğleştirdim ve rızkını da yerden verdim, buyurdu.

Hz. Havvâ:

Ey Rabbim! Beni eğri kemikten yarattın. Aklımı, dinimi, tanıklığımı ve mirasımı eksik kıldın. Senden dilerim ki, erenlere verdiğin sevâptan bana da ver, dedi.

Hak Teâla:

— Ey Havvâ! Hayayı, merhameti ve anlaşmayı sana verdim. Kızların çocuk doğururken ölseler, onlara şehitlik mertebesi verdim, buyurdu.

Ondan sonra Hak Teâla Ademi tövbe kapısından Hindistandaki Serendibe indirdi. Hz. Havva’yı Rahmet kapısından Ciddeye indirdi. İblîs’i de lânet kapısından çöllere bıraktı. Yılanı Azab kapısından çıkarıp çöllere bıraktı. Yılanı Azab kapısından çıkarıp İsfehân memleketine sürdü. Bunların Cennetten çıkması ikindi vaktinde oldu.

Hz. Adem ayağa kalktığı zaman başı göklere varırdı ve meleklerin zikrini işitirdi. Sonra sakalı çıktı. Önce genç oğlandı. Bundan sonra Adem (A.S.) meleklerin sesini işitmez oldu, son derece yalnızlık çekti ve:

Ey Rabbim! Ne oldu ki, meleklerin sesini işitmez oldum? dedi.

Hak Teâla:

Hatâ işledin, araya perde çekildi ve onların sesini duymaz oldun, buyurdu.

Müfessirler şöyle derler:

— Adem (A.S.) yeryüzüne indiği zaman Hak Teâla, göklere yere ve dağlara emânet arz etti: «Bu emâneti içindeki ile taşır mısınız? diye buyurdu.

Onlar:

Ey Rabbîm! İçindeki nedir? dedi.

Hak Teâla:

Eğer bana itaatli olursanız sevap bulursunuz ve eğer âsî olursanız azâb’a uğrarsınız, buyurdu.

Onlar:

Ey Rabbim! Biz sana itaatliyiz. Fakat bize ne sevâb ve ne de azab gerek dediler.

Allah’ın bunlara emaneti teklif etmesinden gaye imtihan etmektir. Ondan sonra Allah Teâla emâneti Adem (A.S.)’a teklif etti.

Bagavî, tefsirinde şöyle der:

— O emânet dört köşeli bir taş idi. Hak Teâla onu göklere, yere ve dağlara arz etti. Kimsenin gücü yetmedi. Fakat Adem (A.S.) kimse buyurmadan o taşı aldı ve getirdi. Yere koymak istedi. Allah Teâla hazretleri:

Ey Adem! Yerinde dursun. Senin ve evlâdlarının Kıyamete kadar boynunda kalsın, buyurdu.

İmam Muhammed Şehristanî Tefsîr-i Kebîrinde,

Tevrât'dan şu nakilde bulundu:

İblîs (Allah’ın laneti üzerine olsun).

Hak Teâla benim ve mahlûkatın ilâhıdır. Ve her şeye kadirdir.

Nitekim Hak Teâla şöyle buyurur:

«(Fakat) Allah ne dilerse yaratır» (Âli İm ran Sûresi, ayet: 47.)

«O, yapacağından mes’ûl olmaz, fakat onlar mes’ûl olurlar» (Enbiyâ Sûresi, âyet: 23.)

Fakat hikmet iktizasınca benden Hak Teâla tarafına yedi suâl yönelmiştir:

1) Hak Teâla her şeyi bilir. Benden ne geleceğini bilirdi. Öyle ise beni niçin yarattı ve yaratmaktan hikmeti nedir?

2) Ezelî ilminde nasıl ise beni öyle yarattı ve bana kendini tanımayı ve itaat etmeyi teklif etti. İbâdet edersen faydan yok, isyan edersem zararı yok olduğuna göre, bana teklifindeki hikmet nedir?

3) Bana ibâdeti teklif etti, Adem (A.S.)’a secde etmemi emretti. Niçin benim ibâdetimi çoğaltmadı ki, Adem (A.S.)’a secde edeyim?

4) Beni, sözümle lânet etti. Ben: «Senden başkasına secde etmem» dedim. Beni bu sözümden dolayı red etmesindeki hikmet nedir?

5) Bana lanet ettiği halde beni niçin Adem ile Cennette buluşturdu? Ben onu mağrur ettim, o da o yasak ağacın meyvesinden yedi. Eğer beni Cennetten men etse idi Adem Cennette ebedi kalırdı. Bundan hikmet nedir?

6) Beni Adem ile düşman etti. Niçin oğullarına da musallat etti. Eğer onları ibâdet ve mağfiret üzerine yaratsa idi iyi olmaz mı idi. Bundaki hikmet nedir?

7) Hak Teâla bunların hepsini kendi takdiri ile işledi ve:

Bana kıyamete kadar fırsat ver, halkı kötülüğe ve fitneye götüreyim dedim, bana imkân verdi. Eğer beni ortadan kaldırsa idi bütün âlem hayır üzerine olurdu. Bundan hikmet nedir?Hak Teâla meleklere şöyle buyurdu:

— Gidin İblis’e: «Senin söylediğin şey Hakka teslim olmadığın için oldu, diye söyleyin» Ben onun ve bütün mahlûkatın Hâlikiyim. Bana karşı böyle mi davranır? Bana hükmetmek ve emrime itiraz etmek küfürdür.

Hz. Vehb bin Münebbih (R.A.) şöyle der:

— Hak Teâla Adem'i yaratınca onu yeryüzüne indirdi. Adem (A.S.) mahzun olup ağlardı. Hak Teâla:

Ey Adem! Niçin ağlarsın? buyurdu.

Adem (A.S.):

Hatam beni kapladı. İsyanım büyüktür. Saadet evinden meşakkat evine, Rahmet evinden mihnet evine, karar evinden zevâl evine ve Beka evinden fenâ evine geldim. Hatam için neden ağlamayayım? dedi.

Hak Teâla:

Ey Adem! Ben seni kendim için seçtim. Cenneti sana helâl kıldım. Ruhumu sana üfledim. Meleklerimi sana secde ettirdim. Benim emrime âsî oldun. Ahdimi unuttun. Şanım hakkı için, eğer bütün yeryüzü insanla dolu olsa ve bana ibâdet etseler, sonra da bana âsî olsalar, hepsini asî olanların seviyesine indiririm, buyurdu.

Adem (A.S.) bunu işitince üç yüz yıl ağladı.

İbni Abbâs (R.A.) şöyle demiştir:

Adem (A.S.) ve Hz. Havvâ, Cennetten çıktıktan sonra kırk yıl bir şey yemediler. Hayalarından göklere dahi bakmadılar. Eğer bütün âlemlerdeki göz yaşlarını toplasalar, Davûd Peygamberin göz yaşı ondan çok olurdu. O hatasından dolayı ağlamıştı. Davûd Peygamberin göz yaşı ile bütün halkın göz yaşlarını toplasalar, Adem (A.S.)’ın göz yaşı fazla olurdu.

Nakledildiğine göre Adem (A.S.) Cennetten çıktıktan sonra karnı acıktı. Cebrâil (A.S.) Cennetten buğday getirdi ve Ademe ekip biçmesini öğretti. Adem (A.S.) onu öküz, ile ekti. Buğday bitti ve olgunlaştı. Adem onu öğütüp eledi. Kepeğinden arpa bitti. Bir fırın yaptı. On[1]da pişirdi ve yediler. Ondan sonra su istedi. Cebrâil (A.S.):

— Adem! Yeri kaz! dedi. Kazdı. Su çıktı, içtiler. Adem (A.S.) yorulduğunu anladı. Hak Teâla bir melek gönderdi. O melek Adem ile Havvâ’nın su yolunu deldi. Daha önce yiyecek çıkarılacak bir yer yoktu. Evvelâ öküzün gözünden darı bitti. Öküz kaşındı nohut bitti. Kurusundan mercimek bitti.

Nakledildiğine göre bir gün Adem ile İblîs yeryüzünde buluştular. İblis Adem (A.S.)'a sitem etti.

Adem (A.S.):

Ey mel'un! Beni mağrur ettin, o ağaçtan yedim. Beni cennetten çıkardın. Ben ne yaptımsa senin sözünle yaptım, dedi.

İblîs ağladı ve:

Ey Adem! Sana bu işi ben yaptım ve bu yere seni ben getirdim. Peki bana kim yaptı? dedi.

.......

Kaynak : Envâru’l-Âşıkîn (Âşıkların Nurları)

Âdem Aleyhisselâm’ın Toprağının Yeryüzünden Alınması