window.dataLayer = window.dataLayer || []; function gtag(){dataLayer.push(arguments);} gtag('js', new Date()); gtag('config', 'G-PL579JGDYH'); Gönüllere: MÜSLÜMANCA YAŞAMAK
MÜSLÜMANCA YAŞAMAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MÜSLÜMANCA YAŞAMAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2023

Hz. Ebu Bekir (r.a.) Hz.Allahü Teâla'dan Niçin Mağfiret Talep Etti?


Hz. Ebubekir’in (r.a.) kendisine yemek getiren bir kölesi vardı. Yine bir

akşam yemek getirdi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) ondan bir lokma aldı. Köle
Hz. Ebu Bekir’e (r.a.): Her akşam bana, yemeğin nereden olduğunu
soruyordunuz. Fakat bu akşam sormadınız deyince Hz. Ebu Bekir (r.a.):                                 "Açlığımdan dolayı böyle yaptım peki nereden getirdin bunu" dedi. Köle
şöyle anlattı:                                                                                                                                                       “Bir topluluğa kehanette bulundum, onlar da bana süt
verdi.” deyince Hz. Ebu Bekir (r.a.) parmağını ağzına soktu ve kusmaya
başladı. Sonra şöyle dedi:                                                                                                                       “Allah'ım damarlarımın taşıdığı ve bağırsaklarıma karışan kısmından mağfiretimi talep eder ve özrümü beyan ederim. Ben Resûlüllah'ın (s.a.v.):                                                        “Haram ile beslenen bedene cehennem ateşi layıktır.” buyurduğunu işittim."
Bu, Peygamberimize (s.a.v.) haber verilince “Siz, Ebu Bekir'in karnına
helalden başka lokma giremeyeceğini öğrenemediniz mi?” buyurdular.

***

Unutmayalım ki haram ve şüpheli gıdalar ibadet, itaat, itikat, ahlak ve ilim tahsiline menfi tesir eder.

Salih amellerin neticesi, itikadı düzeltmek ve haramlardan sakınmakla elde edilir.

Haram gıda ile beslenen uzuvlar, bir fesat makinesi gibi şerre çalışır. Haram yiyenlerin uzuvlarında günah ve kötülükler ortaya çıkar. Bu durum kişinin sulbünden meydana gelecek olacak çoluk çocuğuna dahi sirayet eder.

Sahip olduğu İslam maneviyatı ile 600 yıl dünyaya hükmetmiş Osmanlı Devleti’nde hırsızlık,
eşkıyalık yapanlar dergâhlarda 40 gün boyunca helal gıda yedirilirmiş. Zira yapılan her kötü işte haram beslenmenin tesiri vardır.

10 Şubat 2023

Sabır ve Teslimiyet

Ülkemizin bir bölümünde meydana gelen büyük felaket hepimizin yüreğini dağladı. Hafta başından beri Millet olarak tek vücut halinde yüzbinlerce insanımızın enkaz altında olduğu o bölgelere kilitlendik.

Bir taraftan yardım çalışmalarını takip ediyor, bazı mucize kurtuluşlarla seviniyor, kurtarma ekiplerine dua ediyoruz. Diğer taraftan yardım kampanyaları ile destek olmaya ve yüreğimizin yangınına su serpmeye çalışıyoruz.

Bunun yanında, acaba bizim de kusurumuz var mı idi.

Yepyeni yapılar nasıl hiç dayanamadan insanlara mezar oldu, diyerek tedbirsizliğimizi sorguluyoruz. Çünkü tedbirsizlik vebaldir. İslam büyükleri öyle ifade ederlermiş: “Tedbirde kusur edip takdire bühtan eyleme.“ (Bühtan eyleme:Suç yükleme, iftira, kara çalmak.)

Ancak yine biliyoruz ki; eğer tedbirde bir kusur varsa, binalar usulüne uygun yapılmamışsa, bu kusur; yetkililere, kontrol müesseselerine güvenip, o binayı sağlam bilerek alan veya çaresiz kiralayan insanların değildir.

Yani mağdur olan kimseler, umumiyetle maddi yönden tedbir almamış kimseler değildi. Fakat musibet onları ve yakınlarını vurdu.

Artık bu kardeşlerimizin nasibine düşen; sabır, teslimiyet ve karşılığını Allah'dan beklemektir. Evvela; depremde hayatını kaybeden şehitlerimize Allah'dan rahmetler diliyoruz. Deprem’de ölen müminler şehittir.

Onlar büyük makama erdiler. Bu Sevgili Peygamberimizin müjdesidir.

Musibete uğrayan diğer kardeşlerimize ve o acıları en derinden hisseden yakınlarına Hz.Allah tan sabır ve kolaylıklar diliyor, bunun için daima dualar ediyoruz. Bu kardeşlik vazifemizdir.

 Kur'an-ı Kerimde müminlerin birbirlerine hakkı tavsiye etmeleri, sabrı tavsiye etmeleri, merhameti tavsiye etmelerinden övgüyle bahsedilir.(Asr,3 Beled, 17)

Onun için kardeşlerimize sabır tavsiye ediyoruz.

Yaşadığımız şu imtihan dünyasında hepimiz zaman zaman hikmetini bilemediğimiz için ilk başta hoşumuza gitmeyen hallerle karşılaşırız.

Bu durumlarda bizim imdadımıza yetişecek en güzel haslet, sabır ve teslimiyettir. Bu sabır, o sıkıntının zararından kurtardığı gibi, bizleri kişilik olarak olgunlaştırır.

 En mühimi ise Allah için gösterilen sabrın karşılığındaki büyük mükâfattır.

Bu mükafat dünyada da verilebilir. Ama asıl karşılık Hz.Allahın katındaki büyük manevi kurtuluştur.Peygamberimiz (s.a.v); "Sabır cennet hazinelerinden bir hazinedir" buyurur.

Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in yetmişten fazla yerinde sabırdan bahsedilir.

 Ve hiçbir amele verilmeyen mükâfat, sabır karşısında va’dedilir.

“Sadece sabredenlere ecirleri hesapsız olarak ödenecektir.”ayeti kerimesi buna delildir.(Zümer suresi 10)

İslam büyükleri sabrı üçe ayırmışlardır:
-Birincisi; Cenab-ı Hakkın emirlerine uymakta sebat göstermektir.

 Namaz,Oruç, Hac, hep sabır gerektirir.

-İkincisi, haramlardan korunmakta  sabırdır .  

-Üçüncü ise musibetlere karşı, bilhassa ilk  geldiği anda katlanmak, sabretmektir. Bu, sabrın en zoru ve derecesi en büyük olanıdır.

Bundan dolayıdır ki Cenab-ı Mevla, en sevdiği kulları olan peygamberlerine en ağır musibetleri vermiş ve onların sabırlarını Kur'an-ı Keriminde methetmiştir.  “Muhakkak ki Hz.Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara,153)

Ayeti kerimesi, sabreden kulun Hz. Allah’ın maiyyetinde olduğunun müjdesidir ki anlayanlar için tarifi imkansız bir şereftir.

Çünkü sabrettikçe maiyyeti İlahi; yani Cenabı Hakla beraber olma, ona yakın olma hali daha da artmaktadır.

Ayeti kerimede şöyle müjdelenir.

“Sizde bulunanlar tükenip gider, ama Allah'ın katındakiler kalıcıdır.

 Asla şüphe yok ki, güçlüklere göğüs gerip sabredenlerin ecir ve mükafatlarını, yapmış olduklarının çok daha güzeliyle vereceğiz.” (Nahl 96)

Hadis-i Şerifte meali:

“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan; ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi; Hz.Allah, onun hatalarını bağışlamaya, mağfirete vesile kılar.(Buhari)

İhlas-ı Şerif Melekleri ile Yardım İsteğinde Bulunmak

25 Aralık 2022

İslâmın Üstünlüğü ve Teşebbüh(Benzeme, benzetme, özenme, taklit etme)

 




















Yüce İslam dini, bütün insanlığa en son ve en mükemmel bir din olarak gönderildiği için, kendi mensuplarına da bu şuuru layık görmüş, onları İslam’dan mahrum olanlardan daima üstün kılmıştır. Her Müslüman bunun farkındadır.

Nitekim Sen Müslüman mısın diye sorulduğu zaman “evet Müslüman’ım“ şeklinde değil; ”Elhamdülillah Müslüman’ım” diye cevap verilip, İslam’ın bir nimet olduğunun hatırlatılması ve hamd edilmesi bundandır.

Hadis-i Şerifte İslam’ın bu üstünlüğü şöyle ifade edilir:                                                     

“İslamiyet daima yücedir, üstündür, hiçbir şey ondan daha üstün olamaz.”

İşte bu üstünlük şuuru sebebi ile Müslümanlara; gayri Müslimlerle her türlü ticari, insani ve medeni münasebetlerde izin verilmişken; onlarla kalben beraber olacak, kalplerini yabancılara meylettirecek durumlar caiz görülmemiştir.

Nitekim her namazda ve her rekâtta okuduğumuz, Kuran-ı Kerim’in anahtarı olan Fatiha suresinin son ayetinde; “Ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin” derken, Yahudiler ve onlar gibi Allahın gazabına uğrayanlardan, Hıristiyanlar ve onlar gibi Allahın yolundan sapanlardan uzak olmak için Mevla’mıza dua etmekteyiz.

Yine bundan dolayıdır ki; Namaz gibi en mühim bir ibadeti, güneşe tapanlara benzememek için; güneşin doğduğu, zirvede olduğu ve battığı anda kılmak, ateşe tapanlara benzememek için ateşe karşı kılmak, mekruhtur.

(Muharrem’in onuncu günü oruç tutan sevgili Peygamberimiz (sav)’e, bu günde Yahudiler de tutuyor, denince; ”öyle ise biz de onlardan ayrılmak için seneye dokuzu ila beraber tutarız.” Buyurmuşlardır.)

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Medine-i Münevvere’ ye geldiklerinde Ensar’ın yılın iki gününde eğlendiklerini gördü de onlara; “Bu iki gün nedir?“ diye sordu. Onlar da; Cahiliye döneminde bu iki gün bizim bayramımızdı dediler.

Bunun üzerine buyurdular ki:“Allahü teala sizin bu iki gününüzü onlardan daha hayırlısı ile değiştirdi. O da Kurban ve Ramazan bayramıdır.” (Ebu Davud, 1134)

 Ayrıca bayramların, dinlerin sembolü olduğunu açıklayarak şöyle buyurmuştu: "Her kavmin bir bayramı vardır. Bizim bayramımız da bunlardır.”(Buhari, 909)

Böylece Müslümanlar kendi bayramlarına kavuşup, cahiliye adetlerinden uzaklaşmış oldular.

Bu mevzuda şu soru akla gelebilir. Bizim niyetimiz yabancılara benzemek değil; şeklen benzerliğin ne mahzuru var? Evet, niyet zaten asıldır.

Ama unutmayalım ki Allah Resulünün niyeti elbette hepimizden sağlamdır. Ama bu mevzu o kadar mühim ki Yüce Mevla’mız şeklen bile benzerliğe razı değil. İslam her şeyi ile diğerlerinden ayrı ve özeldir. Ortaklık yani şirk kabul etmez.

 ( Büyük İslam âlimi İmamı Rabbani Hz. şöyle buyurur:

 “İki dini tasdik etmek şirktir. Gayr-i Müslimlerin kendi dinlerince değerli saydıkları hususi günlerine onlar gibi katılıp rağbet etmek (Allah muhafaza) şirktir ve küfür’ dür.” (Mektubat-ı şerif, c.3/ m.41)

Yabancılara benzemenin toplumlara zararını Sosyolojinin ilminin kurucusu olarak kabul edilen büyük İslam âlimi İbn-i Haldun, şöyle anlatır:

”Benzemek, taklit etmek onu güzel görüp benimsemeye yol açar. Hâlbuki mağlup ve geri olan topluluklar, kendinden üstün gördüklerine özenip taklit ederler. Bu taklit onları ilerletmediği gibi, bir de kendi benliklerinden, manevi değerlerinden uzaklaşıp mahrum kalmalarına ve neticede tamamen çökmelerine sebep olur.”(İbn-i Haldun, Mukaddime Terc.465/22)

Bu bakımdan, sadece son birkaç asır, batı Hıristiyan âleminin maddi yönden gelişmişliği, Müslümanlardaki inanç ve üstünlük şuurunu zedelememelidir.

Maddi üstünlük zamanla el değiştirir durur. Bu da bir imtihandır.

Asıl olan maneviyat ve ebedi hayattır. Al-i İmran suresinin 139. Ayet-i Kerimesinde bu husus şöyle ifade ediliyor:

”(Ey müminler)Sakın gevşeklik göstermeyin, hüzünlenmeyin, eğer gerçekten inanıyorsanız, en üstün olan daima sizlersiniz.”

 (Asrı  saadetten bir misal : Uhud harbi her yönden ibretlerle doludur. Müslümanlar, Bedir’den sonra burada da müşriklere galip gelmişlerdi.

Ancak; okçuların yerini terk etmesi ile çok büyük sıkıntılar yaşadılar,kayıplar verdiler.

Harbin sonunda Müşriklerin reisi Ebu Süfyan galip bir eda ile şunu söyledi:

Harp sıra iledir. Bu gün Bedrin karşılığıdır. Bunun üzerine Hz.Ömer (ra), Resulü Ekrem (sav) efendimizden izin alarak ona şu cevabı verdi:

 Hayır! Siz hiçbir zaman üstün değilsiniz. Çünkü bizim ölülerimiz şehittir,Cennettedir, Sizinkiler ise Cehennem’dedir. İşte hakiki iman budur.)

Böyle bir imanı kalbinde taşıyan kimse, başkalarına rağbet etmez.

Gayri Müslimlerin ne yılbaşı’ları, ne yortuları, ne bozuk inanç ve aile yapıları; ne de bozuk yaşantıları, hangi ambalaj içinde gelirse gelsin, nasıl empoze edilirse edilsin, onları etkilemez.

Hakiki iman sahibinin; ne yılbaşı ile, ne onun eğlencesi ile, ne de piyango adı altında içimize sokulmak istenen kumarla işi olur.

Hakiki müminlerin gözü, gönlü; İslam’dan, Kuran’dan ve Resulullah’ tan başka bir şey görmez.

Bu sebeple onlar, Ayet-i kerimede müjdelendiği gibi daima üstündürler.

Böylesi kâmil bir imana sahip olmaktan daha büyük bir zenginlik olabilir mi?

NİMETİ İDRAK EDEBİLMEK

Nimeti İdrak Edebilmek Okumayanlar mutlaka okumalı!


16 Aralık 2022

Mescidlerin maddi ve manevi imarı



Mescid, kelime olarak secde edilen mekân manasınadır. Ayeti kerime ve hadisi şeriflerde bu kelime kullanılır. Daha umumi olan Mabed kelimesi, kendisinde ibadet edilen yer demektir. Bizdeki Cami kelimesi ise; toplayıcı manasına, daha ziyade Cuma namazı kılınan büyük mescitler için kullanılmakta iken zamanla umuma şamil olmuştur. Hepsi de aynı yeri anlatır.

Bilindiği gibi, İnsanoğlunun yaratılış gayesi Hz.Allah’ı bilip tanıması ve Ona kulluk etmektir. Onun için yeryüzündeki ilk yapı Kabe-i Muazzama olmuştur. Onun etrafı da insanların İbadet edeceği mescidi haramdır. Ki yeryüzünün en kıymetli mescididir.

Sevgili peygamberimiz(sav) de Medine-i münevvere ye hicret edince ilk iş olarak Mescid-i Nebi inşa edilmiş, buradan bütün insanlığa İslam’ın Nuru yayılmıştır. Yine hicret esnasında konakladığı Kuba’da mescid inşa etmiştir.

Hayatın merkezinde Allaha kulluk olunca, Mescitler de aynı şekilde ehemmiyet kazanmış ve Medeniyetin merkezi olmuştur. İnsanlığa ve medeniyete yol gösterecek olan mescitlerin imarı ve buna katkıda bulunmak da aynı derecede kıymet kazanmıştır. Hadisi şerifte şöyle müjdelenir: “Kim ki (Allah için) bir mescit inşa ederse Cenab-ı Hakk da ona cennette bir mislini ihsan eder.” (Sahihi Buhari ve Müslim)

Mescidlerin imarı iki türlüdür. İkisi de elzemdir ve Cenabı Hakkın emridir.

Maddi imarı; binasının güzelce yapılması, bakım ve temizliğidir.

Manevi imarı da içinde Hz.Allah’ın zikredilmesi, namazların kılınması, ilim öğrenilmesi, kalplerin huzur bulmasıdır. Maddi imar ve temizlik de ibadet ve maneviyat için ehem dir. Nitekim Kabe-i Muazzamayı yeniden inşa eden Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail in bu hizmeti Kuran-ı Kerim’de medhedilmiş, Oranın ibadet edenler için temiz tutulması ayrıca emredilmiştir.(Hac suresi 26)

Mescid-i Nebi yapılınca Ashab-ı kiramdan Temimi Dari(ra) Şam civarından kandiller getirterek içini aydınlatınca, Fahri kainat(sav) çok memnun olmuş; “Mescidimizi aydınlatan kimsenin Hz. Allah’da kabrini aydınlatsın.”(İbni Mace) buyurmuşlardır.

Efendimiz(sav) kendi hane-i saadetlerini mescidin bitişiğe inşa etmiş, aynı zamanda mescidin sofasına talebeleri olan ashabı suffe için yer yaptırmıştı. Ashabı Suffe İlim talebeleridir. Sayıları dörtyüze kadar çıkmıştır.  İslam’ı insanlığa öğretecek kadro orada yetişiyordu.

Herhangi bir yerden İslam’ı öğrenmek için talep gelince bunlardan gönderilirdi

Mescitlerde veya oranın bitişiğinde ilim okunması, mescitlerin manevi imarı içindi. İslam tarihinde ilmi hareketler buradan başlamış, daha sonra da imkanlar geliştikçe düzenli medreseler kurulmuştur. Nitekim şanlı ecdadımız asırlar boyu; içerisinde hala huzurla ibadet ettiğimiz büyük camiler inşa edip, etrafında medreseler, şifahaneler, aş evleri gibi mekanları oturtmuş, bunların devamında işyerleri ve evler yaparak, şehirler ve medeniyetler kurmuşlardır.

Bugün yine teknolojinin ve imkanların gelişmesi ile hayır sahipleri tarafından güzel ve modern camiler kolaylıkla inşa edilmektedir. Bu işin maddi kısmıdır. Ancak hepimiz de biliyoruz ki o güzel mabedler maalesef manevi yönden aynı derecede canlı değildir. Cuma, bayram ve hususi zamanlar hariç, Camilerimiz artık, cemaatle dolup taşmıyor. Bu bakımdan Mescidlerin manevi imarı için İçini dolduracak cemaatin yetişmesi, gençlerin yetiştirilmesi gerekir.

Tevbe suresinin 18.ayeti kerimesinde şöyle buyrulur:

“Allah’ın mescidlerini ancak şunlar (maddeten ve manen) imar ederler : Allah’a ve ahiret gününe tam inanan, namazını güzelce kılan, zekatı veren ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmayanlar. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.”

***

ALLAH RIZÂSI İÇİN HAYIR YAPMANIN MÜKÂFÂTI

KUR’AN-I KERİM İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

10 Aralık 2022

Gece İbadeti ve Seher Vakitlerini Değerlendirmek


Gece ibadetlerinin dini ve dünyevi hayatımızda çok mühim bir yeri vardır.

Gece ibadeti deyince, Farz namazlara ve ibadetlere ilave olarak gecenin seher vaktinde uykudan kalkıp, Allah rızası için namaz kılmak dua etmek, tevbe, istiğfar,zikir ve tesbihle meşgul olmak gibi güzelliklerin hepsini içine alır.

Bunlar ebedi hayatımızı kazanmamızda çok mühim olduğu gibi dünyalık işlerimizde de gece yapılan dua ve ilticalar çok tesirlidir.

Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde seher vaktinde istiğfar edenlerden övgü ile bahsedilir. Gece ibadetlerinde akla ilk gelen ise teheccüt namazıdır.

Teheccüt namazı, gece uykudan kalkıp, Allah rızası için kılınan nafile bir namazdır. En azı iki rekattır. İkişerli olarak 12 rekata kadar kılınabilir.

Tavsiye edilen ise altı rekâttır.  Vakti, gündüzün öğle vakti hangi saatte giriyorsa gece ona tekabül eden vakittir. Onun için hasbelkader gece geç saatte uyanık kalmış olanlar hiç değilse iki rekât olsun bu namazdan kılabilirler. Bu da çok faziletlidir.

Ama esas olan, seher vakti insanlar uykuda iken Allah için kalkıp bu namazı kılabilmektir. İsra Suresinde şöyle buyrulur:

Ey Habibim, (Beş vakit namaza ilaveten) Gecenin bir kısmında da kalk;

sana mahsus bir nafile olmak üzere, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl,

Umulur ki Rabbin seni  Makam-ı Mahmud’a  ulaştıracaktır.(İsra79)                                                                                                                     

Ayeti kerimede Resululah(sas)e beş vakit namaza ilave olarak teheccüt namazı da emredilmiş; karşılığında da cennetin en büyük makamı olan Makam-ı Mahmut va’dedilmiştir. Makâm-ı Mahmud; en büyük şefaat makamıdır. Peygamber Efendimiz(sas)in Cennetteki hususi makamıdır.

Bu makam için Ona teheccüt namazı emredilince; “Makamı Mahmud'a teheccüt namazı ile çıkılacağı anlaşılmaktadır.”

Onun için Cennette O’na yakın olmak isteyenler, bu namaza hep ağırlık verirler, seher vaktindeki muazzam tecelliyattan nasiplerini almak isterler.

Gecenin en kıymetli vakti ise son üçte biridir. İmsak kesilmeden önceki zaman dilimidir. İmsak tam olarak kesildiğinde ise artık sabah namazının vakti girmiştir,sabah namazının sünneti hariç herhangi bir nafile kılmak mekruh olur.

Secde suresinin 16. ve 17. ayeti kerimelerinde mealen şöyle buyrulur;

“(Bizim âyetlerimize iman edenler öyle kimselerdir ki)

Onların vücutları (gece teheccüt namazı kılıp ibadet etmek için,) yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah yolunda) hayra sarf ederler.

Onların dünyada yaptıkları bu fedakârlıklara karşılık; kendilerini mutlu edecek, gözlerini aydın kılacak, gönüllerini ferahlatacak, Allah katında ne gibi mükâfatların, ne büyük nimetlerin saklandığını hiç kimse bilemez.”

Görülüyor ki; Gece tatlı uykumuzdan, yine uyku gibi tatlı gelen paramızdan ve dünyalıklarımızdan küçük bir fedakârlık yapmak, bizlere ne muazzam kazançlar sağlıyor. Üstelik bizim fedakârlıklarımız basit ve geçici; Rabbimizin ikramları ise çok büyük ve ebedidir.

Bilal-i Habeşi Hz. nin Rivayet ettiği Hadis-i Şerifte şöyle buyrulur:

"(Ey ümmet ve ashabım)Size geceleyin kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan sâlihlerin âdetidir; Rabbinize yakınlık (vesilesi) dir; günahlardan koruyucudur; kötülüklere keffârettir ve bedenden hastalığı kovucudur." (Tirmizî)

Mevsim itibarı ile uzun geceleri yaşamaktayız. İmsak kesilip sabah namaz vakti girmesi, bu günlerde 06.30’ları buluyor.

Vakitlice kalkıp, elimizi çabuk tutup teheccüd namazı, istiğfar, dua gibi vazifelerle daha çok meşgul olup, ayeti kerimelerdeki muazzam müjdelere kavuşabiliriz. Bu fırsatları heba etmeyelim.

Seher vakti Mevla’mızın huzuruna kabul ettiği, gözyaşı döken; sayısız nimet ve ihsanlara gark olan nasipli kullardan olmak için gayret ve dua edelim.       

Yaratılışımızın gayesi Yüce Mevla’mıza kulluk etmektir. Bu şuurda olan insanlar, zamanları, mekanları, hadiseleri hep o gözle görür ve öyle değerlendirir.

İçerisinde bulunduğumuz kış mevsimi bazılarımız için belki, soğuk ve zorlukları ile akla gelebilir. Ancak bu günler aynı zamanda gündüzleri en kısa ve geceleri de en uzun olması sebebi ile ibadete elverişli günlerdir. Bu günleri ve gecelerini iyi değerlendirmek, hepimiz için, dünya ve ahiret saadetimizi kazanma adına çok mühimdir. Bir hadisi şerifte şöyle buyrulur:

Kış müminin baharıdır. Gündüzleri kısadır, onda oruç tutar, geceleri de uzundur, onda bol bol İbadet eder.”

Kur’an-ı Kerimin pek çok ayetinde seher  vaktinde istiğfar edenlerden övgü ile bahsedilir. Al-i İmran suresinde Mevla’mız şöyle buyurur:                               

….. Takva sahipleri için Rablerinin katında, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır,  onlar orada ebedi kalıcıdırlar ve onlar için tertemiz eşler ve hem de Allah'ın rızası vardır. Allah, o kullarını görmektedir.                                                                                                                   – “Onlar derler ki, "Ey Rabbimiz! Biz inandık, iman ettik, artık günahlarımızı mağfiret et ve bizi cehennem azabından koru!"                                   

-Onlar, sabredicidirler, doğruluktan şaşmazlar, kulluk ve duaya devam ederler, Allah yolunda mallarını infak ederler ve seher vakitlerinde (namaz kılıp) istiğfar ederler.” (Al-i İmran suresi Ayet 15,16,17)

Bu ayet-i Kerimelerde ebedi kurtuluşa, Allah’ın rızasına ve Cennetine kavuşan müminlerin güzel vasıfları beyan ediliyor. Bunlar; İman etmek,  Allah’tan korkup günahlardan sakınmak, ibadette, haramlar karşısında ve sıkıntılarda sabırlı olmak, dürüstlük, Cenab-ı Hakk’ın divanına durup yalvarmak, Allah yolunda infakta bulunmak, yani cömertlik… Ve bütün bu hasletlerin yanında onları tamamlayan bir güzellik olarak da seher vakitlerinde ibadet ve istiğfar etmek.

Demek ki Seher vakitlerini değerlendirmek, müminin Allah katındaki derecesini artıran manevi güzellikler içerisinde mühim bir yer işgal etmektedir.

Bundan mahrum kalmak İmanın, İslam’ın kemalatından ve bu vakitteki pek çok ilahi ikramlardan da mahrum kalmaktır.

Zariyat suresinde ise şöyle buyrulur:

"Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce (yani dünyada iken)iyilik yapıyorlardı.

Onlar geceleyin az uyurlardı Ve seher vakitlerinde istiğfara devam ederlerdi.

Ve Mallarından isteyenlerin ve yoksulların hakkını ayırırlardı.(Zâriyât,15-19)

Dikkat edilirse her iki sure-i Celile de Cennet ehli olmak ile gece ibadet ve istiğfar etmek  ve bir de ikram ve infak; yani cömertlik hep birbirine yakın ve Cennetin en kolay yollarından biri olarak gösterilmiştir.

Cennet için bu ikisi birbirinden ayrılmamıştır.

Demek ki gece ibadeti, güzel ahlaklar içerisinde en sevimlisi olan cömertlik duygusunu da geliştirmekte ve cennet yollarını açmaktadır.

Nitekim bir hadisi şerifte şöyle buyrulur:

 “Selamı yayın, akrabayı gözetin, insanlara ikram edip yemek yedirin, gece insanlar uykuda iken kalkıp namaz kılın ki Selametle Allah'ın Cennetine girin.”

Efendimiz (sas) gece ibadetlerine o kadar ağırlık verirdi ki namaz kılmaktan adeta ayakları şişer, ümmetine dua ve ilticalarda bulunur, ”Farz namazlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.”(Müslim) buyurarak bizleri de teşvik ederlerdi.

Peygamberler başta olmak üzere bütün Allah dostları da gece ibadetlerine ağırlık vermiş, O saatte Cenab-ı Hakk’la baş başa kalmanın, gözyaşı dökmenin manevi hazzını doya doya yaşamışlardır.

 Sadece manevi hususlar değil, maddi meselelerini, dünyevi sıkıntılarını ve hacetlerini bile gece ibadeti, dua ve iltica ile Cenabı Hakka arz etmişlerdir.

Nitekim, bir İslâm büyüğü de:

“Evlatlarım hacet namazı deyip geçmeyin, biz bir çok hacetimizi hacet namazları ile hallettik.” buyurmuşlardır.

Gece ibadeti ile ilgili olarak da “İcabet (yani duaların reddedilmediği) saat üçtür: Ramazan-ı şerifte iftar vakti,her hafta Cuma gününde bir saat ve her gecenin  seher vaktinde bir an. Ramazan-ı Şerif senede bir defa gelir, onun için bir sene beklersin. Cuma günü haftada birdir. Onun için de bir hafta beklersin. Ama seher vakti her gecede vardır. Bundan mahrum kalmamalı.” buyurmuşlardır.

Bizler de Yüce Mevla’mızın, seher vakti huzuruna kabul buyurup in’am ve ihsanlarda bulunduğu, nuru ile tecelli ettiği nasipli kullarından olmak için gayret edelim, dua edelim.

En Kıymetli Dua
DUALARIN KABUL OLMASI İÇİN
Bir Dua - Allah’ım!
Dua Köşesi
İbadetin Özü Dua
BELÂLARDAN KURTULMANIN YOLU:DUÂ
Hasta Yanında Nasıl Dua Edilir?
VAKIA SURESİ DUASI, MANASI VE VAKIA SURESİNİ OKUMA USULÜ



   
             
x

26 Kasım 2022

Nimete Şükür, Belalara Sabır etmek

 


Bir kimseye Allâhü Teâlâ'dan bir nimet ulaşınca şükretmeli, kendisini ona ehil görmemeli, bu nimetin sırf Allâh'ın ihsânı olduğunu bilmelidir.

Başına bir musîbet geldiğinde de ona sabretmeli, Allâhü Teâlâ'nın kazâ ve takdirine râzı ve teslîm olmalıdır. Zira mü'min, başına gelen musibet ve belâlar sebebiyle Cenâb-ı Hakk'ın mağfiretine nâil olur.

Yahûdîlerden bir adam Müslüman olduktan sonra gözlerini kaybetti, malı telef oldu, evladı öldü. Hemen Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize gelip: 

“Müslüman olmak üzere sana ettiğim bey‘atimi bozmak istiyorum” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.):

“İslâm bey‘ati bozulmaz” buyurdu. Adam: 

“Ben bu dinimden hayır görmedim; gözlerim kör oldu, malım telef oldu, evladım da öldü” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): 

“Ey Yahûdi! Ateşin, demir, gümüş ve altından pası kiri temizlediği gibi İslâm da insanları temizler” buyurdu. Bunun üzerine: 

“İnsanlardan öylesi de vardır ki Allâh'a inhirâf (tereddüd) üzere ibâdet eder. Eğer ona bir hayır isâbet eder (gelir)se yüreği rahat eder ve eğer bir mihnet isâbet eder (belâ gelir)se yüzü üzerine dönüverir. O, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. İşte apaçık ziyan budur” (meâlindeki Hac sûresinin 11. âyeti) nâzil oldu. (Dürrü'l-Mensur)

İbn-i Abbâs (r.anhümâ) Hazretleri anlattı: 

“Peygamberlerden bir zât şöyle duâ etti: “Yâ Rabbi, mü'min bir kulun sana itâat eder, yasakladıklarını terkeder. Sonra sen ondan dünyayı uzaklaştırır, onu belâlara uğratırsın. Kâfir ve âsîlere ise küfür ve isyanlarına rağmen onlardan belâları uzaklaştırır dünyâyı onlara verirsin.” Allâhü Teâlâ buyurdu ki:

“Kullar benim kullarımdır, belâ da ancak benim takdirimle iner. Mü'min kulun bir günahı olur, dünyayı ondan uzaklaştırıp belâlara mârûz kılarım, o günahına keffâret olur. Bana günahsız olarak kavuştuğunda da, hayırlı amellerinin mükâfâtını veririm.

Kâfirin iyi işleri olur, ona bol rızık vererek ve belâları ondan uzaklaştırarak dünyada iken mükâfâtını veririm. Huzuruma hiçbir hayırlı ameli kalmadığı halde gelir, günahlarıyla da cezalandırırım.” (Mişkâtü'l-Envâr)

09 Kasım 2022

MÜSLÜMAN NASIL OLMALI?

 

Müslüman İslâm îtikâdını, inancını kat’î olarak kabul eden kimsedir.

Cenâb-ı Hakk’ı tam manâsıyla bilip, kendisinin acziyet ve kulluğunun farkına vararak, her işinde Hazret-i Allâh’a tevekkül ve îtimad eder. Korku ve ümit arasında Cenâb-ı Hakk’a bağlanır, evham ve bâtıl hayallere dalmaz. Bütün söz ve fiillerini, Cenâb-ı Hakk’ın işitip gördüğünün ve bildiğinin farkında olarak edepli bir şekilde yapar. Bütün yaratılmışlara karşı şefkat ve hakkâniyet üzere hareket eder.

Bütün insanların, her şeyi yaratan Hazret-i Allâh’ın kulu olduğunu bilir, kimseye yan bakmaz ve can yakmaz.

Hazret-i Allâh’ın vahdâniyetini tasdik eder. İbâdet ve kulluğa yalnızca Cenâb-ı Hakk’ın layık olduğunu bilir; her türlü yardımı, hidâyet ve mağfireti ondan bekler.

Peygamberlerin sonuncusu olan Hazret-i Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e îman etmiş olduğundan bütün peygamberleri istisnasız olarak kabul eder, hiç birini diğerinden ayırmaz.

Kadere îman etmiş olduğundan, başına bir musîbet ve keder geldiği zaman rızâ gösterir ve ‘takdîr-i ilâhîdir’ diyerek üzüntüsünü büyütmez ve uzatmaz.

Âhirete îman etmiş olduğundan dünyada başına gelen musîbetler ne kadar artsa da ümitsizliğe düşmez, isyan etmeyi asla düşünmez. Âhiretteki ecrini düşünerek sıkıntılara karşı sabırlı olur.

Cenâb-ı Hakk’ı çokça zikrettiği için kalbi, Hz. Allâh’ın zikri ile nurlanıp sanatı, ticareti ve hiçbir dünyalık işi onu, Allâhü Teâlâ’yı zikirden alıkoymaz. Allâhü Teâlâ’nın sevgisi ile dolu olan kalbinde dünya sevgisi yer edemeyeceği için kendisini âhiret yolcusu olarak görür ve ecel kendisine ağır gelmez.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetine tâbi olur ve mübârek ashâbının hayatlarını öğrenerek onların hikmet, iffet, şecâat ve cömertlik gibi güzel ahlâkları ile ahlâklanır. Bu fâni âlemin geçici lezzetlerine iltifat etmeyerek dünyayı âhiretin tarlası olarak bilir ve gücü yettiği miktarda hayırlı fiil işleyerek arkasında güzel ameller bırakmaya çalışır.

Korku ve üzüntü üzere olmayıp rahat ve gönlü huzurla dolu olarak yaşar. Hevâsının (nefsinin gayr-i meşru arzularının) peşinde koşmayıp sadâkat ve vefâ ehli olur.

Kaynak : Nimet-i İslam

***

İslam Tarihinden Güzel Bir Misal : Hz.Musa (a.s.)’ın İffeti ve Genç Kızın Hareketi

Bu ko


03 Kasım 2022

AMELLERDE İHLÂSLI OLMAK

Muaz bin Cebel (radıyallâhü anh), Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e “Yâ Resûlallah, bana bir nasîhatte bulun” diye ricâ etmişler. Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) de “Niyetinde ihlâslı olursan az amel sana yeter.” buyurmuşlardır.

İhlâs husûsunda Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:

“Kim ortağı olmayan ve tek olan Allâhü Teâlâ’nın rızâsı için ihlâs ile namazını kıldığı ve zekâtını vermiş olduğu hâlde (ölüp) dünyâdan ayrılırsa Allâhü Teâlâ’nın rızâsını elde etmeye hak kazanmış olur.” 

“(Amelinde) ihlâslı olanlara müjdeler olsun. Onlar (insanlara doğru yolu gösteren) hidâyet kandilleridirler. Her türlü büyük fitne onlardan uzaktır.” 

“Allâhü Teâlâ ancak ihlâsla ve sırf kendi rızâsı için yapılan amelleri kabul eder.”

“Âhir zamanda ümmetim üç fırka olacaklardır: Allâhü Teâlâ’ya ihlâsla amel eden fırka, riyâ ile amel eden fırka ve yaptığı amel ile insanları yiyip bitirmek için amelde bulunan fırkadır. Allâhü Teâlâ kendisine ihlâsla amel edenler için

‘Bunları cennete götürün’, diğer iki fırka için de ‘Bunları da cehenneme götürün’ buyuracaktır.” 

Aliyyü’l-Havvâs Hazretleri buyurdular ki: “Kitap ve sünnetin bildirdiği üzere kulun ilim ve amelinde riyâ bulunursa yaptığı amellerin tamamı bâtıl olur. Ameller bâtıl olunca da sanki hiçbir amel işlememiş gibi olur. Öyleyse bir insan amellerinin bâtıl olup elîm bir azâba dûçar kılınacağını bilerek nasıl diğer insanlara karşı riyâ yapabilir? İlim öğrenmek isteyen herkes bu hususa dikkat etmelidir.” (el-Uhûdü’l-Kübrâ) 

İHLAS’IN NETİCESİ


“Ameller(in hükmü) ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan ancak odur.” (Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)

Hz. Âdem yeryüzüne inince, bütün vahşi hayvanlar yanına gelip onunla selamlaşarak ziyaretinde bulundular. Hz. Âdem, bu hayvanların her birine bir duâ etti. Nihayet bir grup geyik gelerek onu ziyaret etti. Hz. Âdem onlar için de duâ etti ve sırtlarını sıvazladı. Geyikler oradan ayrılır ayrılmaz misk gibi kokmaya başladılar.

Diğer hayvanlardan bir grup bunun sebebini sorunca onlar

“Âdem (a.s)’ı ziyaret ettik, bize duâ etti ve sırtımızı sıvazladı.” dediler. Bunun üzerine onlar da Hz. Âdem’in yanına gittiler. Onlara da duâ etti sırtlarını sıvazladı. Fakat onlarda güzel koku olmayınca

“Bize de size yaptığının aynısını yaptı ama size lütfedilen güzel kokudan bize bir şey verilmedi. Bunun sebebi nedir?” diye sordular. Geyikler,

“Biz onu Allâhü Teâlâ için ziyaret etmiştik. Siz ise misk kokusu için ziyaret ettiniz” cevabını verdiler.

Diğer bir rivâyette şöyledir:

Âdem (a.s) cennetten yeryüzüne inince yanında dört incir yaprağı vardı. Hayvanlar Hz. Âdem’in tövbesini tebrik etmek üzere ziyarete geldiler. Dört hayvan erken davrandı, diğer hayvanlardan önce ziyaret ettiler. Hz. Âdem yaprağın birini geyiğe yedirdi ve ondan misk oldu. Diğer yaprağı arıya yedirdi ve ondan bal oldu. Üçüncü yaprağı ipek böceğine yedirdi ve ondan ipek oldu. Son yaprağı Amber balığına yedirdi ve ondan da amber oldu.

Kaynak : Fazilet Takvimi 30 Eylül 2012